İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Granit Kadar Sağlam, Bir Görünmez Gök İmparatorluğu: Radyo

Başlamadan önce: Bu metnin şahsi bir fikirler silsilesi olmasından elimden geldiğince imtina edeceğim. Ancak öyle ya da böyle radyonun güzelliği, işitsel içeriğin bizi nasıl da beslediğine dair görüşlerim de aralardan bir yerlerden sızacaktır, ki an itibarıyla bunu yapmış oldum bile.

Bir nostaljik hava yaratmak ya da eskiye övgüler dizmek derdinde değilim. Bugünün dünyasında hepimizi kendi yarattığımız vitrinlerdeki mankenler olmaya zorlayan ‘’görsel şenlik’’lere karşı radyonun hala nasıl mucizevi bir aygıt olarak kalabildiğine işaret edebilirim belki. Nispeten yüzeyde kalarak anlatacağım radyo tarihçesinden sonra Türkiye’deki radyolara gelerek bir ‘’dünden bugüne’’ portresi çizmeyi deneyeceğim.

Radio, etimolojik açıdan Fransızca ve İngilizce bir kelime. Kökenlerini ise ‘’ışımak’’ anlamına gelen Latincedeki ‘’radiare’’ kelimesine kadar götürebiliriz. Radyonun icadında ise birden fazla mucidin, bilimcinin yıllar içerisinde verdikleri bir çaba söz konusu. Alman bilimci Heinrich Hertz (1857 – 1894) 1888’de elektromanyetik radyasyonun üretilip takip edileceğini kanıtlayan çalışmalar gerçekleştirir. O dönem bu radyasyonlara ‘’Hertzian dalgaları’’ denilmektedir.

Heinrich Hertz

Kar topunun çığa dönüşmesi misali; bu kez de karşımıza Amerikalı bilimci David Edward Hughes (1831 – 1900) çıkar. 1879’da kablosuz sinyaller yayınlayıp almaya başlayan mucidi bugün de oldukça meşhur bir isim olan Nikola Tesla’nın (1856 – 1943) çalışmaları takip eder. Tesla, 1898’de New York’ta bulunan Madison Square Garden’da bir gösteri düzenler. Bir tekneyi uzaktan kontrol etmek adına radyo sinyallerini kullanır. Hatta çeşitli hukuksal süreçlerin ardından bu teknolojinin patentini de ilk kez Tesla alır.

Nikola Tesla

1906’da ise Reginald Fessenden (1866 – 1932) Noel öncesi ilk radyo yayınını yaparak tarihe geçer. Geçmişte yaptıkları deney ve çalışmalarıyla göçüp gidenlerin yerine gelenler mevcut birikimi kullanıp mirası devralmayı ve var olanı geliştirmeyi sürdürür. 1907’de ABD’li bilimci Lee de Forest (1873 – 1961) ‘’Audion’’ adını verdiği elektronik cihazının patentini alır. Hakikaten, başkasına kaptırmanın hiç mi hiç istenmeyeceği bu buluş insan sesi, müzik ya da farklı herhangi bir yayının yüksek sinyalli, açıkça duyulmasını sağlar. Bu buluş ayrıca Amplitude Modulation (AM) radyo türünün de ortaya çıkmasına vesile olur. Bizim bugün daha sık duyduğumuz FM radyolar gibi Amplitude Modulation radyolar da popüler veri aktarımlarından biridir.

İşte! İçeriğimizin başlığında da kullandığımız o şahane sözü, Lee de Forest söyler: “Bir görünmez gök imparatorluğu keşfettim. Soyut, ancak granit kadar sağlam.”

Lee de Forest

Eller taşın altına sırasıyla koyulmaya devam eder ve gelişmeler sonucunda 2 Kasım 1920’de ilk radyo naklen yayını ABD’de gerçekleştirilir. ABD Başkanlık Seçimleri’nin sonucunun yayınlandığı bu ilk naklen yayınıyla beraber Türkiye de bu gelişmelere kulak verir. 1921’de İstanbul’da başlayan ilk radyoculuk deneyimlerinin ardından iki sene kadar geçmiştir ki halka açık ilk radyo deneyiminin de kapıları aralanır. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde Doktor Öğretim Üyesi olan İbrahim Sena Arvas’ın da dediği üzere; 1923’te Çapa Öğretmen Okulu’nun bodrum katında davetliler ve basın huzurunda ilk radyo yayını gerçekleştirilir. Yayın İstanbul Üniversitesi’ndeki o dönemki adıyla Zeynep Kamil Konağı’nda toplananlarca dinlenir.

1925’te çıkan ‘’Telsiz Tesisi Hakkında Kanun’’ ile beraber uluslararası bir ihaleyi kazanan bir Fransız şirketi İstanbul ve Ankara’da telsiz telgraf vericileri kurmayı üstlenir. İstanbul’da düzenli radyo yayınlarının başladığı 1927 yılıyla beraber radyo stüdyosu için seçilen yer de Sirkeci’deki Büyük Postanedir.

Çoğunluğun da kabul ettiği üzere; İstanbul Radyosu’nun buradaki yayını 6 Mayıs 1927’de başlar. Her gün 4 – 5 saat kadar süren bu yayınlar henüz kimsenin bir radyo alıcısına sahip olmaması nedeniyle Postane binasının kapısının üzerine takılan hoparlörle vatandaşlara sunulur.

Dünya’daki gelişmelerden gerçekten geri kalmadığımız bu radyo macerası artık kurumsallaşmaya başlar. Türkiye İş Bankası ve Anadolu Ajansı’nın da büyük katkılarıyla 8 Eylül 1927’de (1926 da olabilir) Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi kurulur. Banka ve ajansımızın yanı sıra ortaklar Sedat Nuri Bey, Falih Rıfkı Atay ve Cemal Hüsnü Taray’dır. Böylece Fransızların kurduğu istasyonlar işletilmeye başlanır.

İlk naklen yayınımız ise Şubat 1932’de Atatürk’ün talimatı doğrultusunda Ayasofya Camii’nden ve Kadir Gecesi okunan Türkçe ezan ile başlar ve mevlitle devam eder.

Gel zaman git zaman, çeşitli mali problemler yaşayan İstanbul Radyosu 1937 senesinde PTT’ye devredilir. İstanbul Radyosu’nun ilk spikerlerinin de görünmeye başladığı bu yıllardan birkaç anekdot aktaralım. 1917 doğumlu Selahattin Küçük İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitiren bir spikerdir. 1943’te İstanbul Radyo’sunun Galatasaray Postanesi üstündeki yayını kendisinin anonsuyla başlar. Üsküdar Amerikan Kız Koleji mezunu Mekşufe Ekeman da ilk radyo spikerlerimiz arasındadır. O dönem radyonun açtığı sınavı Selahattin Küçük, Mekşufe Ekeman ile beraber Tarık Gürcan da kazanır ve kendileri de ilk spikerlerimizden biri olarak tarihe geçer.

Artık 20. asrın ilk yarısını tamamlamış bulunuyoruz. Yoksul, zengin, mektep görmüş, görmemiş envaiçeşit insanın evine sesleriyle giren insanların yola ilk çıktıklarında hissettikleri heyecan kim bilir nasıldı. Orhan Boran mesela. Eski nesiller onu yarattığı radyo karakteri ‘’YUKİ’’ ile çok iyi bilirler. Türkiye’deki Stand-Up ve gösteri işlerinin de öncü isimlerinden biri olan Orhan Bey, 1960’larda başladığı ve parodi dolu yayınlarıyla çıkar dinleyicisinin karşısına.

Orhan Boran

İstanbul Radyo’sunun ilk sanatçı kadroları arasında kimler var dersiniz? Tambur virtüözü, viyolonselist ve koro şefi, Tanburi Cemil Bey’in oğlu Mesut Cemil, edebiyatımızda taşlamalarıyla meşhur Neyzen Tevfik, kemençe virtüözü Ruşen Ferit Kam, kanun enstrümanı uzmanı Ahmet Yatman, kemani Cevdet Çağla ve ilk hanende (şarkıcı) Zeki Çağlarman.

Alafranga yayınlar için taş plaklar da kullanılan bu dönem Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nun da (TRT) 1961 Anayasası ile beraber kurulduğu dönemdir. Bundan sonra tüm radyolar, 1 Mayıs 1964’te kurulan TRT’nin bünyesine dahil edilir. Yayınlara bakarsanız Türkiye’nin radyo etrafında şekillenen kültür – sanat dünyasının da ne denli zengin olduğunu görebilirsiniz: Tango, skeç, tiyatro, ‘’Arkası Yarın’’ öyküleri, sohbetler, fasıllar, şiirler ve daha nicesi…

Eşref Şefik’le Halit Kıvanç dinleyiciyi kendinden geçirecek kadar heyecanlı maçlar mı anlatmazlar, muhteşem etkileyici sesiyle Yıldırım Önal radyo tiyatroları mı yapmaz, Fehmi Ege tango besteleriyle mi peyda olmaz… Hepsi vardır.

Ve elbet Sanat Güneşi’miz Zeki Müren… 1960 – 1975 arası yaptığı radyo yayınlarındaki şu şahane ikaza kim itiraz edebilir: “Gözünüz yolda, kulağınız bende olsun sevgili şoför kardeşlerim.”

Artık ilk denemelerin yerini düzenli, planlanmış, şahane sanatçıların ve spikerlerin yer aldığı yayınlar almıştır. Türkiye radyoyla çoktan tanışmış ve her dinleyici kendi sevdiği yayını takip eder olmuştur. Hafta içleri sabah 10.00’da ‘’Arkası Yarın’’ öyküleriyle Türk ve dünya edebiyatından eserler okunur. Yirmi dakikalık bu seslendirmeler, dönemin teknolojisinin elverdiği derece efektlerle de bezenir. Anlatıma gerçeklik, heyecan katan en önemli efektörlerden birini ise yine eskiler Ertuğrul İmer adıyla anımsar.

Gelelim TRT çatısı altında biriken radyoların yerini özel radyoların almasına. 1992’den itibaren sayısı giderek artmaya başlayan özel radyo yayıncılığı, mecranın çoksesli olmasına dair atılan ilk adımın da fitilini ateşler. 1992’de FM bandı üzerinden yayına başlayan özel sermayeli radyolar, radyoculuğun da yeniden şekillenmesine vesile olur. 1993 yılında, konuyla alakalı bir anayasa değişikliğiyle fiili olarak başlanmış sayılabilecek özel radyoculuk resmiyete de kavuşturur. Peki bugün de bilinen o ilk radyolar nelerdi?

İnternetten edindiğim kaynaklara göre; Türkiye’nin ilk özel radyosu Kent FM, yayın hayatına 4 Haziran 1992’de başlar. Ancak yine internette, Türk televizyonlarının en iyi canlı yayın sunucularından, şovmen ve sanatkâr Okan Bayülgen’in de Kent FM’de 1991’de “Son Saatler” adlı programı yaptığı yazılı. Tiyatrodan radyoya doğru geçerken özel radyoların başlangıcındaki birkaç isimden biri olan Bayülgen kendi deyimiyle: Bir radyo efsanesi. Bu tarih karışıklığını bir kenara bırakırsak yine Kent FM’in en sevilen, bugün hala eski kayıtlarının dinlendiği programlardan biri ise Kaybedenler Kulübü.

Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk’un sunduğu ‘’kulüp’’, 1990’larda sayısız dinleyiciyi radyoya kilitleyen, birçoklarının yalnızlığını avuttuğu, hatta bazılarının da yaşama isteklerini geri kazandığı bir programdı. Bugün hala ara ara da olsa internetteki radyo yayınlarıyla boy gösteren ikili aradan geçen onca seneye rağmen, radyo dünyasının en merak edilen iki ismi olmaya devam ediyor.

İlk özel radyolarımızdan bir diğeri 5 Şubat 1993’te kurulan Best FM. Yayın hayatına Ajda Pekkan’ın “Kimler Geldi Kimler Geçti” şarkısıyla başlayan Best FM de bugün geniş bir dinleyici ağına sahip olarak varlığını sürdürüyor.

13 Kasım 1995’te yayına başlayan ve dünden bugüne müzikten yaşama, kültür sanattan haber formatlı yayınlarına kadar müthiş bir çizgide ilerleyen Açık Radyo bugün radyo severlerin ‘’İyi ki var!’’ dediği kanallardan biri. Şahsen; Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi olan Seval Şahin’in “Günün ve Güncelin Edebiyatı” programını ve psikoloji, felsefe, toplum, birey gibi kavramları açmaya çalışan, bunu da layıkıyla yapan ”Normalin Sınırları”nı kaçırmam. Kaçırsam da kayıtları mutlaka dinlerim.

Yazının başında şahsi olmamaya gayret edeceğimi boşa demedim. Burada belli başlı ve erken dönem yayın hayatına başlayan radyolar arasında kendi bildiğim, dinlediklerimi derliyorum. Bunlardan biri de Radyo Eksen! 2000 yılında yayın hayatına atılan Radyo Eksen modern rock, indie, heavy metal, elektronik müzik gibi oldukça geniş bir müzik skalasına sahip. Müzik kültürünü geliştirmek isteyenlerin ya da halihazırda geniş bir müzik bilgisine sahip olanların severek dinlediği nadide kanallardan biridir kendisi.

2009’da doğan Radyo Voyage da özellikle klasik müzik eserlerinin deneysel, sıra dışı yorumları ve etnik temel üzerine oturtulan “New Age Music” anlayışına çok sık yer veriyor. “Dünyanın Müziğine Yolculuk” sloganıyla da tanınan Radyo Voyage, gezegenimizin dört bir yanındaki yerel, evrensel pek çok eseri dinleyiciyle buluşturmayı sürdürüyor. Şahane bir müzik zevkini yakalamak isteyenler Radyo Voyage’ı da kaçırmamalı.

Tabii, daha çok İstanbul ve çevresi çapında yayın yapan bu radyolar, internetle beraber her yerden dinlenilme şansına da erişti. Ancak ülkemizin dört bir yanındaki yerel radyolar da dinleyicisiyle buluşmayı sürdürüyor. Öyle ki, RTÜK verileri 2012’de toplam 1058 radyomuz olduğunu, bunların 922’sinin yerel, 98’inin bölgesel, 38’inin ulusal olduğunu gösteriyor.

Yine 2011’den bu yana dinlediğim, seveni bol, senelerdir Stand Up adamı olarak da bilinen Mesut Süre, yıllardır değişmeyen kadrosu ve temposuyla Modern Sabahlar’ın sunucuları Ege Kayacan, Fahir Öğünç, Oktay Demirci, radyo efsanesi olarak Show Radyo’da programlarını sürdüren Okan Bayülgen sayılmadan geçilemeyecek isimlerden yalnızca birkaçı.

Son olarak; “Ayça ve Toni ile Ev Hali” programlarıyla dijitalde yer alan, ev ortamından yaptıkları samimi yayınlarıyla bilinen Ayça Şen ve Toni Drosa’yı da unutmamak gerek.

Sona doğru yaklaşırken; radyoların hala bir iş üzerindeyken bize eşlik edebilecek en şahane aygıtlar olduğunun fark edileceğini, işitselin hayal gücümüzü nasıl da geliştirebildiğini daha da fazla kişinin bilmesini diliyorum. Ve evet, madem kendisini bir radyo efsanesi olarak tanımlıyor Okan Bayülgen, o halde onun şu sözleriyle bitirelim:

“Benden önceki neslin benden hep daha kültive, daha hoş, yargılarında daha sağlam, kelime tercihlerinde ve iletişimlerinde çok daha tutarlı olan insanlarına baktığımız zaman; onlar, yani benden önceki nesil televizyonsuz büyümüş nesildir. Onlar radyoyla hayal kurmuş nesildir. Müziği ‘Video klibi yok mu şekerim? Anlamıyoruz.’ diye dinlememiş, hakikaten müzik dinlemiş nesildir.”

Not: Tüm yazıyı hazırlama ve yazma sürecinde Radio Paradise’ı dinledim.

Kaynak: 1, 2, 3,

Hazırlayan: Mert Bekçi

2 Yorum

  1. Bora Üzüm Bora Üzüm 19/04/2020

    Harika bir yazıydı. Bu güzel yazının yapımında ve yayınlanmasında emeği geçen tüm kişi/platformlara teşekkürler.

  2. […] Granit Kadar Sağlam, Bir Görünmez Gök İmparatorluğu: RadyoGranit Kadar Sağlam, Bir Görünmez Gök İmparatorluğu: RadyoMert Bekçi tarafındanBaşlamadan önce: Bu metnin şahsi bir fikirler silsilesi olmasından elimden geldiğince imtina edeceğim. Ancak öyle ya da böyle radyonun güzelliği, işitsel içeriğin bizi nasıl da… 1 Yorum […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir