Halen devam eden sergi için birkaç cümle sarf etmenin hiç de zahmet olmayacağını düşünüyorum. Sözgelimi her gün yaptığımız zaman israfı düşünülürse belki bu sefer; zamanı, yaptığımız hataları düzeltmek için israf ederiz, kim bilir?
Efendim, ne sergiden bahsetmemek ne de tadını kaçırırcasına anlatmak isterim. Belki biraz merak serpmek yerinde olacaktır. Evvela, bu sergiyi gezerseniz kendinizden utanacaksınız orası çok açık. Peki kim utanacak? Tabi ki görmeyi bilenler. Peki ne gördük? Gerçeği. Yüzyıllardır içinde yaşadığımız yuvaya zarar verdik. Doğanın bütün güzelliğine ve düzenine aykırı bir Yedinci Kıta oluşturduk. Bu serginin asıl amacı da en çarpıcı iletişimin sanat üzerinden olduğunu düşünmesiydi. Çünkü izlediğimiz filmler, belgeseller, haberler bizleri etkileyemedi. Umarım sanat her şeye olduğu gibi bu konuya da iyi gelir.
Yedinci Kıta’da Kısa Bir Tur
Distopya

Resmin gücüyle başlayalım. Resimlerin çoğu distopik bir anlayış ile resmedilmiş, ki bu da bizim geleceği tahayyül ederken çok da tos pembe düşüncelerden uzak kalmamızı sağlıyor. Tabii bu durum bilimsellikle de yoğurulmuş. Çünkü denizlerde artık balık görmek mümkün değil. Sulak yerlerde sürüngen cinsinden su yılanlarının hüküm sürdüğü görülüyor. Birçok resimde her gün gün gördüğümüz hayvanları görmek çok zor. Ya kedi-köpek arası bir evrimleşme ya da sürüngenlerin ve böceklerin artışta olduğu hayvanlar alemi gözüküyor. Büyük ihtimalle bu resimde, kara parçalarının bir elin parmaklarını geçmeyecek azlıkta kaldığı ve son kalan İnsanoğlunun da ağaca çıkmış kedi gibi tepelerde kaldığı tasvir ediliyor.
Kapitalizm

İnanılmaz bir büyüklüğün içinde yaşıyoruz. Herkes en iyisi en bilgisi en güzeli derken bu büyüklük yetmiyor ve biz büyük büyük şehirler de dikiyoruz. Tabii bunla beraber gelen büyük atıklar, büyük çöpler, büyük hasarlar, büyük kıyımlar. Bu büyüklüğün içinde bilmem görebildiniz mi? Resimdeki sağ üst köşe, evet evet o biziz.

Ardından güzel mi güzel lastik ovaları, vadileri, tepeleri gene sergide bizi karşılayan ve çok ince el emeği isteyen resimler arasında.
Değer Yüklemek

Serginin bu bölümüne girdiğimizde, sanki modern sanat bölümünden dışarı çıkıp arkeolojik buluntuların olduğu tarihi eserlerin arasına daldık. İstinasız her birinin üzerinde M.Ö 200 gibi tarihler atılarak seyirciye sunuluyordu. Sanatçı bununla da kalmamış “hangi toplumdan? Hangi topraklardan? Ve hangi amaçla kullanıldığından?” bile söz ediyordu. Gayet yaratıcı, dikkat çekici olan bu bölüm sadece bir kurgudan ibaretti. Dolayısıyla kurgu bize bir şey gösterdi. Tamamen atık malzemelerden yapılmış bu sanat eserleri, sanatçıların gözünde bizim görmediğimiz çok daha farklı bir açıdan değer bindirilmişti. Sözgelimi mesajın içeriği şu olsa gerek; şimdi göremediğimiz ve umursamadığımız şeyler doğru değerlendirilirse tarihe kalabilir. Her obje, buna atıklar da dahil kendi içinde önemli olup doğru bakış açısı ve uygulamalarla insanlığa katkıda bulunabilir.
Örneğin:
Trolydos’daki Phallos Tapınağı’nda bulunan duvar resminin bir paçası.
Orta Dönem, Malmusian
Alçıtaşı levha üzerine akrilik çalışma
Yükseklik: 28 cm, Genişlik: 23 cm

Yeni Tür Sınıflandırmaları
Sanat çoğu zaman ön görülü davranabilir. Geleceği de tasarlayabilir. Hele ki bunu gerçek veriler ile yaparsa çok daha tutarlı ve gerçekçi olacaktır. Bugün insanoğlu binlerce gemileriyle ticaret yolları kurarken görüyoruz ki aynı zamanda binlerce canlı türünü bir yerden bir yere taşıyor. Özellikle daha ufak canlıların bu konuda mağduriyeti çok yüksek. İklimine ve yaşam koşullarına alışkın olmayan bu canlılar gemiler ile seyahat ederek bam başka canlı türleriyle yan yana geliyor. Bunun haricinde avcılardan kurtulamayan bazı türler de sadece insanoğlu elinde yetiştirilme şeklinde kalacak ve yeni bir tür adlandırmasına mahsur kalacak gibi gözüküyor. Özellikle “radyoaktif böğürtlen, avcısı olmayan yerleştirilmiş tavşan, Endüstriyel hayvancılıkta ortaya çıkan antibiyotiklere dirençli bakteriler” gibi çok çarpıcı örnekler kaşımıza çıkmakta.

Savaş
İnsanoğlunun uzun yıllardır farklı sebeplerden savaşları vardır. Bu savaşlar iki tarafın birbirlerini öldürmesinden çok daha büyük ve kötü sonuçlar doğurduğu bilinir. Sanatçımız (Johannes Büttner) belki de makineler için çıkmış bir savaşın yüzyıllar sonrasını tasvir ediyor. Kalıntı halinde kalmış ters duran askerlerimiz sergi odasının sarsılma efektiyle misafirleri karşılıyor. Serginin bu bölümünde sanırım iki şey önemli; ilki insanın fosil haline gelmesi, ikincisi makinelerin fosil haline gelmesi. Yıkıcı olan savaş, insanoğlunu birer atığa dönüştürüyor. Terracotta’yı andıran manzara; yıkımı, kalıntıyı, yaşamın tüketilmesini ve sanatın gücünü gösterir gibi.
Kapının girişinde bölüm için güzel bir tarif ve yorum bilgilendirmesi de bulunmaktadır. Hem bilgilendirme hem de Johannes Büttner’ın oluşturduğu heykeller ile sizi baş başa bırakıyor ve sanatın her zaman var olmasını diliyorum.



Yazan: Çağrı Aytaç

İlk yorum yapan siz olun