İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Anne, hadi bana Kiraz Anne’yi anlat!

Yazar: Damla Karakuş

Kiraz Anne, yapraklarının arasından fidan olup süzülen çocuğunu izliyordu. Nicedir en güzel alışkanlığıydı bu. Alışkanlık diyorum, çünkü gerçekten bir işe dönmüştü hayatında. Çiçek açsın diye hevesle beklediği bebeklerini izlemek dışında bir işi yok gibiydi. Öyle ki, bazen yaprakları ile yağan yağmura dokunmayı, köklerinden beslenmeyi unutuyordu. Ya da ana yüreği işte, elinde ne varsa çocuklarına pay etmenin derdine düşmüştü bile. Annelik kavramının karşılığı pek erken düşmüştü yüreğine. Bir yıl geçmişti, çocuğunun meyvelerini görmek için en az dört yıl daha gerekiyordu. Kiraz Baba ile bu yola baş koyduklarında her şeyin ne kadar zor olacağını biliyorlardı. Sevdikleri pek çok insan sayabilirlerdi; ama bir yandan da insanlarla bir arada yaşamak, bir savaşın ortasında silahsız kalmakla eşdeğer bir duygu veriyordu onlara. 

Çok büyük bir aşkın meyvesi değildi çocukları. Aşk evliliği yapmamışlardı; ama aynı dala denk gelmiş olmanın huzuru vardı ilişkilerinde. Güveniyorlardı birbirlerine. Aslına bakılırsa ortada bir büyük aşk vardı da, bir tarafın yüreğinde çarpıyor, yapraklarını titretiyordu. Kiraz Baba, pek aşıktı Kiraz Anne’ye. Kendilerine bu adları vermişlerdi. Çocuklarını düşününce öncesinin bir önemi kalmamıştı. Yine de itiraf etmesi gerekse, Kiraz Anne’nin, aşkı merak etmediği bir günü bile yoktu. Şu meyveler aleminde yazılmış pek çok roman okumuştu; yapraklarının arasından pek çok kirazın, hatta bazen başka ağaçların, dallarının, meyvelerinin sevdasına şahit olmuştu; ne güzel, ne iç gıcıklayıcıydılar… 

Ne zaman kalbine bu merak düşse, gözleri dolardı Anne Kiraz’ın. Böyle bir an yaşamadan mideye inmekten korkuyordu. Belki de şu hayatta en büyük korkusuydu. Ne vardı ahir ömründe bir kuplecik aşkı olsaydı… Olmamıştı işte. Kiraz Baba’nın, kendisine duyduğu sonsuz aşktan haberdardı, anlıyordu. Aynı dalda yaşayan iki kirazdı onlar. Nasıl anlamasındı? Oysa yüreğinin anlamak istediği daha pek çok şey vardı… 

Gel zaman git zaman, Kiraz Anne’nin ruhu başka merakların gölgesine sığınır oldu. Bunca zaman yenmemiş olmasında, her bahar yeniden bir çiçek açıp dünyaya gelmesinde vardı işte bir hikmet. Bu düşünceler beynine hücum ettiği sıralarda fark etti, bahçesinde ikamet ettikleri evde bir bebek doğmuştu. Bu insanların dünyalarındaki değişim kaçmamıştı gözünden. Kadının gözlerindeki ışığı bile görüyor, hissediyordu. Bebek odasına bakan dalda yaşıyordu Kiraz Anne ve Kiraz Baba. İkisi de bebekten gözlerini alamıyordu. Kiraz Baba’nın zaten Kiraz Anne’ye her bakışında içi sızım sızım sızlıyor, sonra birden derdim dediği bakışlarda dermanını buluveriyordu. Kiraz Anne artık bebek kirazları olsun istiyordu. Kiraz Baba da, o bebeklerin babası olmak…

Belki dünya gözüyle hiç göremeyecekti onların bir çiçekten varoluşunu; ama olsun. Yüreğinde hissettiği bu aşk, Kiraz Baba’ya yeter de artardı. Biliyordu, kalbinin sahibi, kendisinin onu sevdiği gibi sevmiyordu onu. Bu suç değildi ya. Aynı dalda olmanın huzurundan çok daha fazlasını hissetmek onun da hakkıydı. Madem aşkın karşılığına kendisi gibi denk gelememişti, o zaman en azından anneliğin yüreğine düşüreceği aşkı tatmadan bir damağa lezzet olmamalıydı. İçini Kiraz Anne’ye döktü…

İşte o gün aldılar bu isimleri kendilerine. Sonra unuttular bugüne dek yaşananları. Baba Kiraz üzerine düşeni yaptı. Parıl parıl parladı ve nicedir büyümesini izledikleri bebeğin midesine doğru yol aldı. Babalık, fedakarlıktı. Şimdi çekirdek olup torağa düşmüş, çocuklarının dünyaya gelmesine vesile olacaktı. Bir başka babanın onu ezmesine izin verip toprağa karıştı. Meyvelerin dünyasında işler, insanlarda olduğu gibi yürümüyordu…

Kiraz Anne’nin kalbindeki merakın yerini, ruhundaki Kiraz Baba özlemi alıyordu bazı bazı. Bebeklerini izlerken onu düşündü. Kalbi kanat çırpmamıştı belki; ama bir kalbin ona çarpan seslerini dinlemişti. Şimdi de bebek kirazlarının yolunu gözlüyordu ve ona, bunu sunan Kiraz Baba’dan başkası değildi. Bir gözü de hep karşı komşunun bebeğindeydi. O da günden güne büyüyor, ne güzel bir kız oluyordu öyle. Bu nasıl bir huzurdu. Bir mucizeye tanık olmak gibiydi… 

Mucizeleri günden güne dallarını kuvvetlendiriyordu. İnsanlardan duymuşlardı, şimdi bir dikili ağaçları vardı işte. Bahar olunca yine bir nebze kolaydı da, çetin kış şartlarında bebeklerinin merakındaydı Kiraz Anne; eli yüreğindeydi. Elinden de bir şey gelmiyordu ki! Bir küçük kiraz tanesi olarak dünyayı değiştiremezdi ya. Hoş dünyada gözü yoktu, kendi dünyasında yaşananların kulu kölesiydi. Bir yandan da düşünmeden edemiyordu; insan olsa ne atkılar, bereler örer korurdu bebeğini.  Anne yüreği işte, kirazsın diye değişmiyordu ya. O da sevmek ne demek zamanla öğrenmişti. Kendini feda etmek ne demek, görmüştü. Bir an ayırdına vardı, bir insan olsa, Baba Kiraz’ın yaptıklarını yapar mıydı acaba? İnsan olmak merakını bir yana bırakıp, ne kadar şanslı olduğunu düşündü. Çok sevilmişti, öğrenmeye açık yüreğiyle ne çok şey keşfetmişti. Ruhu, bir insanın ulaşacağından çok daha fazlasına ulaşmış gibi hissediyordu. Kendi dünyasını yaşanabilir kılmıştı. Bunu insanlar da fark etse ya diye iç geçirdi. Gözlediği sadece karşı evdeki bebek değildi. O, bir yere gidemiyordu belki; ama pek çok insan gelip geçiyordu dalında yaşadığı şu ağacın gölgesinden. Onlar, bir kiraz tanesini fark edemeyecek kadar insandılar belki. İşin kötü yanı, onlar kendilerini dahi fark edemeyecek kadar da insandılar. Sonuçta hiçbir kiraz ağacı, kendi kirazlarını yemiyordu. Ama insanın insanı yediğine denk gelmişti… 

Yıllar yılları, mevsimler mevsimleri kovaladı. Kiraz Anne, her bahar çiçek açmayı başarmış, yeniden bir tane oluvermişti. Öylesine güzeldi ki! Güzelliği, anneliği diğer taneler arasında dilden dile anlatılıyordu. Zamanla pek çok şeyin daha ayırdına varmıştı kendisi de. Karşıdaki kız çocuğun büyüme serüvenini izlerken, annesi ile arkadaş oluvermişlerdi. Belki hiç aynı dilde konuşamadılar; ama sevgi dilinde karar kılmışlardı. Dışarıdan bakıldığında bir delilik timsali bu görüntü, Kiraz Anne’nin de, komşu kadının da yüreğini çarptırıyordu. Sonra öğrendi ki sadece kalpleri değildi aynı olan, adı da Kiraz’dı komşu kadının. Kiraz Anne ne çok şaşırmıştı adını onda duyduğunda. Demek insanlara da Kiraz denirdi ha, vay be! Vay be! 

Birbirlerini ilk fark ettikleri anın üzerinden çok zaman geçti. Güldüler, eğlendiler, dertleştiler… Çocuklarının büyümesini birlikte aynı yürekle izlediler. Şimdi Kiraz Anne’nin en büyük yardımcısı Kiraz Kadın’dı. Öyle ya, biri onu midesine indirse, gözü açık gitmezdi…

Ve olan oldu. Çocuk odasının camından arkadaşı ile sohbet ediyordu Kiraz Kadın. Aman Allah’ım, bugün Kiraz Anne nasıl da parıl parıldı. Işık saçıyordu. Tam sohbetlerinin ortasında, sanki onlar konuşmuyorlarmış gibi, öylesine sıradan, alışılmış bir hamle ile yan evdeki komşu geldi ve birden Kiraz Anne’yi dalından koparıverdi. Tek hıçkırıklık sahnede donakaldı Kiraz Kadın. Hemen bahçeye koştu…

-Heyy bırak o kirazı, bırak diyorum sana!

Adam öylece şaşkın, bal kirazın tadına varıyordu. Hemen yanındaki genç kiraz ağacında, çocukları, annelerinin bir insan tarafından dişlenmesini izliyordu. Kiraz Kadın hangisine yansa bilemedi. Bir anne, çocuklarının gözleri önünde bir adam tarafından dişleniyordu ve tüm kara parçalarında bu bir yasal ihlal değildi. Anayasada yeri yoktu. Bir adam, bir kirazı öylece dişliyordu. Ağız dolusu çığlıklar atmak istese de, sadece adama yaklaştı ve:

-Lütfen o kirazın çekirdeğini bana verir misiniz? dedi. 

Adam şaşkın, çekirdeği kanlı ağzından çıkardı ve Kiraz Kadın’a uzattı. Hiçbir şey demeden olay mahallinden uzaklaştı. Kiraz Kadın, gözyaşları ile suladığı toprağa, kardeşlerinin yanına gömdü çekirdeği. Genç Kiraz’a, kardeş geliyordu. Kiraz Anne, bu dünyadan boşuna geçmemişti. Ruhu, Kiraz Kadın’ın ruhuna değmiş ve ona ne çok şey öğretmişti. Şimdi Kiraz Kadın öğrenerek ilerleyeceği bir hayatın ilk günü için evden onu seslenen kızına doğru yürüdü. Akşam oluyordu. Bu ayrılık pek çok şeyin başlangıcı ve bir insanın kalbi ile ne çok şeye inanarak yaşayabileceğinin nişanı olarak bahçede sonsuza dek asılı kalacaktı. Kızının güzel buklelerini sevip, yeşil gözlerine bakarak anlatacağı bir masal olarak sonsuzluğu keşfedecekti…

Güzel bukleleri ile kızı her gece Kiraz Kadın’a seslendi dillerine pelesenk masal için: 

-Annee, hadi bana Kiraz Anne’yi anlat!

Bir yorum

  1. İsmail Kün İsmail Kün 23/12/2019

    Sevgi dilini yücelten, insan ve doğa ilişkisinin nasıl olması gerektiğini gözümüze sokmadan anlatmışsın. Ne güzel. Emeğin dert görmesin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir