Kuşaklar boyu aynı mezarı paylaşan, birbirlerinin peşi sıra aynı toprağın altına giren aileler de var. Nedir, bir an gelir, daha doğrusu bir kuşak, o zinciri keser: Soy vermeyi reddeder ve kendisinden sonra bir başkasının o toprağın altına girmesini engeller.
Kierkegaard’ın yaptığı budur: Ebedi nişanlı olarak, evlenmekten kaçındığı Regine Olsen’e ömür boyu sadık kalmış ve kendi soyağacını kurutmuştu.
Kopenhag’da, Avrupa’nın bu gözden ırak şehrinde uygarlığın yılmaz eleştirmeniydi: Toprağa kök salmaktan gelip ters yönde yersiz yurtsuzlarla, onulmaz göçebelerle buluşmuştu. Yaşamdaki her seçimin mutlak saçmalık üreteceğini savlayan bir düşünürün mezarı da ancak burası olabilirdi: Kadim mezarlığı dinlenme, sessizlikte bebek uyutma, hatta mesire yeri olarak kullanan bir şehirde gömülmek.
Neden olmasın: Kierkegaard soyadı da kilise bahçesi, yani kabirlerin toplaştığı ilk mekân anlamına gelmiyor mu? Kierkegaard mezarıyla simgeler üretmeye, soyağacını sakatladığı ailesinin aldığı soyadından itibaren yazgılıydı.
Fotoğraf: Yekta Majiskül
[…] Kasım, Kierkegaard’un ölüm yıl dönümü. Onu şu söz ile yad edebiliriz: “Aklını kaybet, tanrıyı […]