İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

BÖLÜM 2: Yeni Türkiye Sineması’nda Kadın Yönetmen

Bir önceki yazım, Bölüm 1: Sinema, Eril Bakış ve Kadın’da “Dünya nüfusunun yarısını kadınların oluşturmasına ve birçok ülkede sinema biletlerinin yarısını kadınların almasına rağmen seyrettikleri filmler, genelde erkekler tarafından yönetiliyor.” demiştik. Ayrıca Cahide Sonku, Yeni Dönem Türkiye Sineması, Auter Kuramı, Kadın Yönetmen Olmak, Box OfficeTürkiye Verileri vb. alt başlıklar oluşturarak konuya pek çok açıdan baktık. Şimdi ise günümüz kadın yönetmenlerinden bir seçki ve yapılan araştırmalardan bir derlemeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bundan sonra gelecek olan Bölüm 3’de ise 1 ve 2. bölümün baktığı perspektiften yararlanarak bir sonuç raporu hazırlayacak, sizlerle paylaşacağım.

2.1. Yeşim Ustaoğlu

Yeşim Ustaoğlu 1960’ta Sarıkamış, Kars’ta doğdu. 1971 yılında Trabzon 24 Şubat İlkokulu’ndan, 1974 yılında Trabzon Cumhuriyet Ortaokulu’ndan, 1977’de Trabzon Lisesi’nden mezun oldu ve Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık bölümüne girdi. Sonrasında İstanbul’a gelerek, Yıldız Teknik Üniversitesi, Restorasyon bölümünde mastırını tamamladı. Bu sırada muhabir olarak çaldı ve İFSAK’ın dergilerine yazılar yazdı. İlk kısa filmi olan ‘Bir Anı Yakalamak’ı 1984’de çekdi. 1987’de ‘Magnafantagna’, 1990’da ‘Düet’ ve 1992’de ‘Otel’i çekti. 1994’de ilk uzun metrajlı filmi ‘İz’i çekti. Daha sonra 1999’da ‘Güneşe Yolculuk’ ile birlikte yeni bir döneme girdi. 2003 yılında uzun metraj film yapımlarını ve belgesel yapımları gerçekleştirmek, Uluslar arası projelere prodüksiyon hizmeti vermek amacıyla Ustaoğlu Film’i kurdu. 2004’de ‘Bulutları Beklerken’i ve ‘Sırtlarındaki Hayat’ belgeselini, 2008’de ‘Pandora’nın Kutusu’nu, 2012’de ‘Araf’ı ve 2016’da ‘Tereddüt’ü çekti.

“Benim için Güneşe Yolculuk, bu filmde tadını çok iyi aldığım belgeleme, kamerayı hayatın içine direk olarak sokma, gerçek insanla çalışma, onun dünyasının içine girme ve kurma, kurgulama gibi şeylerin ehemmiyetini kestirdiğim bir dönüm noktasıdır. Bulutları Beklerken için de aynı şekilde. Mekân, hayat, kasaba, batı, doğu; hepsi çok önemlidir.”(Yeşim Ustaoğlu, 2009:60)

2.2. Çiğdem Vitrinel

Çiğdem Vitrinel, 1973 yılında Karabük’te doğmuştur. Eskişehir Üniversitesi, Sinema ve Televizyon bölümü mezunudur. İlk filmi Geriye Kalan’ı 2011’de çekmiştir ve bu filmle 48. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülünü kazanmıştır. Ardından 2014’de, yazar İlhami Algör’ün kitabından uyarlayarak Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku filmini çekmiştir.

Çiğdem Vitrinel, filmlerinde kadın-erkek ilişkileri, evlilik kurumu, burjuva ahlakı ve ataerkil yapı içinde kadının durumu konularına eğilir. 

”Geriye Kalan’ın çıkış noktası bahsettiğiniz bu kadınlık durumunu mu tartışmaktı, yoksa bu üç karakter arasındaki ilişkiyi anlatmak mı? Evlilik üzerine çok fazla yalan var. Oysa ortada bir kurum var ve kadınlar da temel ihtiyaçlarını oradan sağlıyorlar. Film daha çok evdeki kadını eleştirme isteğinden doğdu. Evli bir kadın olarak Sevda’nın konforunu, o düzeni koruma eğiliminden, kaybetme korkusundan çıktı hikâye. Sevda için bir tür zorunluluk bu; kocası olmadığı zaman, başında bir erkek olmadığı zaman, dışarıda onu ürkütücü bir hayat bekliyor. Fakat bu korunaklı dünyadan çıkmamız gerekiyor. Ama bu konuda çok kesin reçeteleri olan bir film de değil Geriye Kalan; durumu resmediyor ve bunları konuşmak istiyor sadece.

http://www.altyazi.net/soylesiler/cigdem-vitrinel-kaybedilen-bir-oyunu-surdurmek/

2.3. Ahu Öztürk

1976 yılında İstanbul’da doğdu. Ege Üniversitesi, Edebiyat  Fakültesi, Felsefe bölümünden mezun oldu. 2002’de Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, Sinema-TV bölümünde yüksek lisans eğitimini tamamladı.  Öztürk, ilk belgesel filmi Sandık’ı 2004 yılında çekti. 2010 yılında 5 kısa filmden oluşan Kars Öyküleri’ne Açık Yara adlı filmiyle katıldı. Film, Rotterdam, İstanbul, Kudüs, Saraybosna, Beyrut gibi pek çok yerde uluslararası festivallerde gösterildi. İlk uzun metrajlı filmi Toz Bezi’ni 2015 yılında gerçekleştirdi.

Öztürk, Bant Mag dergisine verdiği röportajında sinemaya giriş kararını şu şekilde anlatıyor:

   “Üniversitede sinemayla uğraşan biri değildim, hayatımda daha sonra belirdi. Seçerek değil de eleyerek ulaştığım bir şeydi, ne yapmam gerektiğini el yordamıyla buldum. Bir tür sentez, sentezden daha fazlası benim için sinema. İlk belgeselle başladım, başkalarının belgesellerinde de çalıştım. Sandık gözaltında tecavüz meselesiyle ilgiliydi, Türkiye’de herhangi bir yerde göstermedim, yurt dışında gösterildi. Benim için ağır bir hikayeydi, çekim öncesinden kurguya kadar olan bütün süreçte sağlam bir depresyona girdim. Sonra Açık Yarayı yazdım. Param yoktu ve filmi nasıl çekeceğimi bilmezken Ankara Sinema Derneği tam da Kars Öyküleri başlığı altında bir yarışma açtı. Benim hikayem de köyde geçecek bir hikayeydi, Karslıyım zaten. Oraya başvurdum ve seçildi, onlarla birlikte çekmiş oldum. Daha sonra başka uzun metrajlı senaryolar üzerinde çalıştım, hatta bir tanesiyle çok ilgiliyken Toz Bezi’ni yazmaya karar verdim.’’

https://bantmag.com/ahu-ozturkle-toz-bezi-uzerine/

İki Kürt gündelikçi kadının hikayesini anlatan Toz Bezi, 2016’da düzenlenen 35. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde En İyi Film dalında Altın Lale Ödülü’nü kazandı.

Ahu Öztürk ödülünü Jüri Başkanı Müjde Ar ‘dan aldı. Öztürk, yaptığı konuşmada, “Ben ödülü, Şirnak’ta çocuklarının ölüsünü buzdolabında saklayan annelerden, yurtdışında çocuğuyla vedalaşıp burada tekrar cezaevine gelen sevgili Meral Camcı’ya uzanan o yol adına alıyorum. Savaşlar kadınları ve önce çocukları vuracaksa, barışı da kadınlar kuracak” dedi. Aynı yarışmada en iyi senaryo ödülünü de Toz Bezi ile Ahu Öztürk kazandı.

27.Uluslararası Film Festivali’nde Mahmut Tali Öngören Özel Ödülü’nü Toz Bezi kazandı. Toz Bezi aynı zamanda 66. Berlin Film Festivali’nde gösterildi.

Öztürk, Deutsche Welle Türkçe’ye verdiği röportajında, Toz Bezi filminin Türkiye’nin doğusunda yaşanan çatışmalar, operasyonlar ve sokağa çıkma yasaklarıyla ilgisi olduğunu aktararak bu duruma kalınan sessizliği vurguluyor. Filmdeki karakterlerin gördüğü ayrımcı tavırla bu durumun ilişkisini kuran Öztürk “Bir sinema salonu kadar sessiziz biz, bir cehennemi izliyoruz, yarın öbür gün bunun filmi çekilse, ‘bu çok ağır’ denir ve kimse izlemez bu kez” diyor. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde, en iyi film dalında Altın Lale Ödülü’nü alan Toz Bezi filminin yönetmeni Ahu Öztürk gazete.net sitesine verdiği röportajda  hayata tutunmak için ekmeğini ‘toz bezinden’ çıkaran iki kadının  hikayesinin anlatıldığını ifade etmiş ve şu sözlere vurgu yapmıştır. Toz bezi’ filminin Maltepe Gülsuyu’nda, kentsel dönüşüm tehdidi altındaki bir mahallede yaşayan ve Kadıköy’deki evlere temizliğe giden Nesrin ve Hatun’un hikâyesini anlatıyor. Onların hikâyesi binlerce ev işçisi kadından çok da farklı değil. Yönetmen Ahu Öztürk, kendi teyzesinin hikâyesinden esinlenerek bu senaryoyu kaleme almış. 

Öztürk, Toz Bezi Filmi’nin ev işçisi Hatun ve Nesrin’in hikâyesini teyzesinin hikâyesinden etkilenerek ele alsa da filmin tamamen Hatun ve Nesrin karakterleriyle işlendiğine vurgu yapıyor, teyzemin sırrıyla yola çıksam da hikâyeler teyzemden tamamen bağımsız. Tam aksi bütün filmde ev işçisi olmayan annemin ruhu dolaşıyor” diyor. 

Ahu Öztürk, ev işçisi kadınların hikâyesinin sır olarak kalmaması için beyaz perdeye yansımasının önemli olduğunu belirterek, teyzesinin hikâyesini şöyle paylaşıyor:


“Çocukluğumdan hatırladığım net anlardandır. Yaşadığımız şehirden İstanbul’a akraba ziyaretine gelmiştik. İlk durak teyzemdi ve ben bir sabah onunla, bir oda bir mutfaktan oluşan evinden uzun bir yolculukla üç oda bir salonlu bir eve geldim. Bu benim orta sınıfın mahrem alanıyla gündelikçi teyzem sayesinde ilk tanışmamdı. Teyzem temizlik yaparken, hiç görmediğim nesneleri görmüş, kaçamak dokunmuş ve büyülenmiştim. Evde kimse yoktu, yatağın üstüne yatacak kadar bizimmiş sandığım bir yakınlıkla eşyalara dokunamamamı sağlayan hayali bir duvar arasındaydım. Bu benim yoksulluk yaşantımdan sezgisel olarak bildiğim bir mesafeyi işaret ediyordu. Bu mesafeden rahatsız olan ve aşılabilir bulan annem, yaşadığımız şehre döndüğümüzde, bana üstü utançla kaplı bir sır emanet etti. Sır, teyzemin temizlikçi olduğu ve bu bilginin kimseye söylenmemesi gerektiğiydi.”

Film ekibinin tamamen kadın olması tesadüf mü yoksa bir tercih miydi?

 Tabii ki bir tercihti. Düşünün bir kadın filmi yapıyorsunuz ve sette hiçbir kadın olmuyor bu bana hiç gerçekçi gelmiyor. Onun için kadın sinemacılarla çalıştım.

Bunun avantajları ya da dez avantajları nedir? 

Kadınları söylediği şeylerin ezberden bir şey olsa bile çok derinden geldiğini biliyorum. Sezgileri daha güçlü, derinden bakıyorlar. Bu da bana çok iyi geldiBizim sette iktidar yoktu.Kolektif bir çalışmaydı. Bir daha yaparsam aynısını yine yapacağım.

2.4. Aslı Özge

 1975, İstanbul doğumlu. 1999 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü’nden mezun oldu. 2000’de çektiği BÜYÜK HARF C adlı kısa filmiyle çeşitli festivallerde ödüller aldı. 2003’te, Alman Sinema-TV Akademisi’nin desteğiyle ve Alman televizyonu ZDF/3sat ortaklığıyla ilk Uzun metrajlı filmi BİRAZ NİSAN’I çekti. Berlin’de felsefe eğitimi alan Aslı Özge, Berlin Alman Sinema TV Akademisi öğrencisi görüntü yönetmeni Emre Erkmen ve senarist Dagmar Gabler’in kurduğu EEE Prodüksiyon ile birlikte projeyi sponsor desteğiyle gerçekleştirdi. HESPEROS’UN ÇÖMEZLERİ adlı belgesel filmini 2005’te İstanbul’da tamamladı. Aynı yıl SOLUKSUZ adlı bir sonraki Uzun metrajlı film projesiyle 46. Uluslararası Selanik Film Festivali’nde Balkan Fonu Senaryo Geliştirme Ödülü’nü aldı. 2007’de Sundance Film Festivali Yeni Yönetmenler Ödülü’ne Aday gösterildi. Son olarak bu proje Media Programı ve Medienboard Berlin-Brandenburg Fonu tarafından desteklenen Nipkow Programına kabul edildi.
Aslı Özge, film için düzenlenen basın toplantısında yaptığı açıklamada söylediğine göre İstanbul’da okuduğu bir gazete haberinden esinlenmiş. Evli bir genç kadının bir yabancının evinde ölü bulunması üzerinden gelen (öngörülmesi zor olmayan bir sığlık içerdiği muhtemel) tepkilere sinirlenerek filmi yapmaya karar vermiş. Ne anlatmak istediğine hakim ve evrensel derdini ufak hikâyesinin içine ustalıkla yerleştiren bir yönetmenin elinden çıkan film hem sert ve doğrudan hem de şok edici sürprizlerle dolu. Evinde verdiği partinin sonunda Anna isimli bir Rus göçmeniyle yalnız kaldığında talihsiz bir kazaya şahit olan Karsten adında Alman orta-üst sınıfına mensup bir adamın, bu kaza sonucu içinde yaşadığı toplumu ve kendi küçük çevresini sorgulamaya başlamasını konu alıyor.

Bu Almanca çektiğiniz ilk film. Bu anlamda önceki filmlerinizden farklı mıydı, daha kolay ve zor yanları nelerdi?” sorusuna ise şöyle cevap veriyor Aslı Özge;

Hem Alman Hukuku hem de bu tür bir hikâyenin nerede çekilebileceği, nasıl bir sosyal sınıfa uyacağı üzerine çok araştırma yaptım. Ben Alman değilim, “sen yabancısın, bilmiyorsun” dedirtmek istemedim. Hukuki konular için bir danışmanım vardı, ayrıca filmde hakim rolünde gerçek bir hakimi oynuyor. Terimleri doğru kullanmaya dikkat ettim, hata yapmak istemedim.

Oyuncularla nasıl çalıştınız?

Onlardan mümkün olduğunca gerçekçi tepkiler almak için oyunculara senaryonun tümünü vermem genelde. Burada da öyle yaptım. Herkese kendi sahnesini verdim ve hepsi karakterlerinin bildiği kadarını biliyordu. Bu durum oyunculara ‘o anda’ olmalarını sağladı, karşı tarafın ne diyeceğini bilmedikleri için çok dikkatli olmaları gerekiyordu, bunun getirdiği gerçekliği seviyorum. Bazen de bu odaklanmanın sonucu olarak ortaya senaryoda yazılandan daha iyisi çıkıyordu, asıl peşinde olduğum bu aslında.

Filmi sinemaskop çekmeyi tercih etmenizin nedeni neydi?

Karsten’ın kendisini olduğu yere ne kadar sıkışmış hissettiğini en iyi nasıl hissettirebileceğimizi görüntü yönetmeni Emre Erkmen ile uzun uzun konuştuk. Çevresi dağlarla kaplı bir mekan aradık öncelikle. Bir yandan da doğanın gücünü de göstermek istiyorduk. Sonuç olarak filmde gökyüzünü olabildiğince göstermemeye ve dağların ve ormanların uçsuz bucaksız uzanmasıyla uzağın görülmesini engelleyen bir görsel anlayışa karar kıldık. Ayrıca sonbaharda çekmek istiyorduk, yitirme duygusunu en iyi şekilde yansıtabilmek için. Almanya’da sonbahar çok etkileyici geçiyor, yapraklar renkten renge giriyor. Sarı, kırmızı ve kahverenginin her tonu mevcut. O yüzden Altena’da bu mevsimde çekmeyi tercih ettik.

https://vesaire.org/asli-ozge-herkes-once-kendi-itibarini-dert-ediniyor/

2.5. Nisan Dağ

Nisan Dağ,  lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İletişim ve Tasarım Bölümü’nde Bölüm ikincisi olarak tamamladı. Fulbright ve Mithat Alam Eğitim Vakfı’ndan aldığı burslar ile Columbia Üniversitesi Lisansüstü Film Programı’ndan 2013’te mezun oldu. New York’ta çektiği kısa filmler Amerika’da film festivallerinde gösterildi. HBO’da yayınlanan bir filmde sanat yönetmenliği yaptı. 7. Paso Öğrenci Filmleri Festivali’ nin başkanlığını gerçekleştirdi. Nisan  Dağ’ın yönetmenliğini yaptığı Deniz Seviyesi filmi ile 21.Uluslararası Altın Koza  Film Festivali(2014) ve 15.Uluslararası Milano Film Festivali (2015)’nde en iyi yönetmen ödülünü aldı.

Nisan Dağ,  Deniz Seviyesi filmi ile ilgili Engin Ertan’a verdiği bir röportaj da sorulan sorulara şu şekilde cevap veriyor.

Peki, şu andan sonra Amerika odaklı bir sinema macerası mı söz konusu sizin için, yoksa Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz?

Benim daha önceki kısa filmlerim fantastik ve bilimkurgu türündeydi. İleride bunu devam ettirmek ve farklı türler denemek istiyorum. Bu yüzden hedefim belirli bir ülkeye ait hikâyeler anlatmaktansa evrensel bir sinema yapmak. İstanbul da olabilir, New York da, Tokyo da… Aklımızda çok masum bir Türkiye kalmış. Çekimler için buraya geldiğimizde hiç de hatırladığımız gibi olmadığını gördük.

Filmin başrollerinde Damla Sönmez ve Ahmet Rıfat Şungar var. Amerika’dayken Türkiye sinemasını takip edebiliyor muydunuz? Oyuncuları nasıl seçtiniz?


Daha sonra uzun metraj için senaryoyu yazarken de hep onu düşündük. Bizim oyuncularımız normal bir filmde olduğundan çok daha erken projeye dahil oldular.      

 

2.6. Pelin Esmer

Pelin Esmer, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun olduktan sonra bir yıl Yavuz Özkan’ın sinema atölyesine devam eder. Ziya Öztan, Osman Sınav ve Elizabeth Rygard’ın uzun metraj sinema filmlerinde, belgesellerde ve reklam filmlerinde yönetmen yardımcılığı yapar. Kadir Has Üniversitesi’nde belgesel film üzerine dersler verir. İlk belgeseli Koleksiyoncu Yunanistan, Küba, Danimarka, Almanya ve ABD’de çeşitli uluslararası film festivallerinde gösterilir. İlk uzun metraj belgeseli Oyun 2005 yılında San Sebastian’da yarışır. Sinema filmi tadındaki Oyun, Türkiye’de vizyona giren ve DVD’si yayınlanan ender belgesel filmlerden biri olur. Dünyada elliden fazla festivalde gösterilir. Pek çok ödül kazanır. Le Monde, Time-CNN, Variety, New York Magazine, Cinemascope and Senses of Cinema gibi uluslararası saygın basın kuruluşlarından övgü dolu yorumlar alır. İlk uzun metraj kurmaca filmi olan 11‟e 10 Kala‟nın senaryosuna Paris’de Cannes Film Festivali‟nin davetlisi olarak kaldığı Cinefondation’da başlar ve İstanbul’da tamamlar. San Sebastian Film Festivali’nin ana yarışma bölümünde yer alan film de pek çok ödüle layık görülür. 2005 yılında Sinefilm’i kuran Pelin Esmer yapımcı ortakları Nida Karabol Akdeniz ve Tolga Esmer’le kendi projelerini gerçekleştirmektedir.

Pelin Esmer Belgesel Film üzerine yapılan bir araştırmada kadın yönetmen olmak hakkında sorulan bir soruya şu şekilde cevap vermiştir;

‘’Kadın yönetmen olmanın hem avantajları, hem de dezavantajları var. Tabii ki bu iş mücadeleyi, sürekliliği ve peşini bırakmamayı gerektiriyor. Bu iş, kadın ya da erkek olmaktan ziyade bu işi ne kadar yapabildiğinle alakalı. Mutlaka ki kadın olmanın getirdiği bazı zorluklar var, ama bütünüyle ona dayanıyor olamaz. Ben sinemanın cinsiyeti olduğuna inanmıyorum.’’

2.7. Handan İpekçi

Handan İpekçi 1956 yılında Ankara`da doğdu. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi`nde Radyo-Televizyon eğitimi gördü. İlk yönetmenlik denemesini 1993 yılında, senaryosunu şair Yaşar Miraç’ın yazdığı “Kemençenin Türküsü” adlı belgeselde gerçekleştirdi. Ertesi yıl yönettiği “Babam Askerde” (1994) vizyona giremeyince filminin dağıtımını kendi organize ettiği gösterimlerle üstlendi ve bu şekilde 10.000 seyirciye ulaştı. “Babam Askerde” Türkiye`de çeşitli ödüller almasının yanı sıra, 1995 yılında da Berlin Film Festivali`nin Panorama bölümünde gösterildi. Ankara ve Antalya Film Festivalin’de pek çok ödül kazanan “Büyük Adam Küçük Aşk” (2001) ikinci uzun metrajlı filmidir.

Handan İpekçi, günümüz Türk sinemasında filmlerinin senaryosu, yönetimi ve yapımı kendisine ait olan tek kadın yönetmendir. Bu bakımdan bağımsız sinema için oldukça önemli bir yer teşkil eder. İpekçi’nin iki filmi de politik filmlerdir. İlk filminde 12 Eylül dönemini işlerken, ikinci filminde Kürt sorunu üzerine odaklanmıştır. İçinde yaşadığı sosyal yapıda var olan problemleri politik bir dille anlatan yönetmen, filmlerinde bu problemleri çocukların gözünden anlatır. İlk filminde babaları 12 Eylül döneminin getirdiği siyasi baskılar sonucu hapishanede olan çocukların yaşadıklarını anlatan yönetmen, ikinci filminde küçük bir Kürt kızı aracılığı ile Türk modernleşmesini ve sonuçlarını tartışır. “Babam Askerde” filmi çekildikten sonra, dağıtım olanağı bulamaz. Filmin yapımcılığını üstlenen İpekçi, bu durum karşısında filminin dağıtımını da üstlenir. Kendi kişisel çabaları ile yaklaşık kırk beş yere filmi götürür. Daha çok demokratik kitle örgütlerine başvurarak filmini on bin seyirciye ulaştırır ve tek başına bir ilki gerçekleştirir. Bağımsız sinema için oldukça önemli bir adım atarak, tüm olanaksızlıklara rağmen, bu filmin ardından ikinci filmini de çekmiştir.

2.8. İlksen Başarır

İlksen Başarır, 1978 senesinde İstanbul’da doğdu. Saint Benoit Fransız Lisesi’ni bitirdikten sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. Sinema sektörüne üniversite ikinci sınıftayken yaptığı staj sayesinde girdi. Mezun olduktan sonra 2000 yılında İFR’de yardımcı yönetmen olarak çalışmaya başladı. Burada dört yıl boyunca birçok yönetmenle reklam ve uzun metraj projelerde bulundu. 2005 yılından itibaren serbest olarak mesleğini sürdüren İlksen Başarır ANS, Dinamo, PTT, Anka Film gibi yapım şirketleriyle çalışmaya devam etti. İlksen Başarır, 2009 yılında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı katkılarıyla Başka Dilde Aşk adlı ilk filmini çekti. Yönetmenin ikinci filmi Atlıkarınca 2010 yılında çekilmiştir. Mert Fırat ile birlikte Atlıkarınca filmiyle 47. Altın Portakal Film Festivali‘nde En İyi Senaryo Ödülü‘nü kazandı.

2.9.Kadın yönetmenler hakkında çalışmalar

2.9.1. Onun Filmi

Su Baloğlu ile Merve Bozcu’nun yönetmenliğini üstlendiği “Onun Filmi” adlı belgeselde, erkek egemen bir düzende, Türkiye’de kadın yönetmenlerin ilk filmlerini çekerken yaşadıklarına odaklanılıyor. Aralarında Türkan Şoray, Bilge Olgaç, Biket İlhan, Işıl Özgentürk, Nisan Akman, Yeşim Ustaoğlu, İlksen Başarır’ın da olduğu 14 kadın yönetmenle yapılan görüşmelerin yanı sıra filmde, sinema alanında akademisyenliği seçen Baloğlu ile Bozcu’nun ilk yönetmenlik denemelerinde neler yaşadıkları da aktarılıyor. “Onun Filmi”, 37 İstanbul Film Festivali’nde de gösterilmişti.

2.9.2. Kadın Yönetmen Olmak Üzerine Bir İnceleme: “Başka Dilde Aşk” (İlksen Başarır) Ve “Peri Tozu” (Ela Alyamaç) Örnekleri

2.9.4 Belgesel Sinemada Kadın Olmak Paneli

2.9.5. Kadın ve Sinema…

Toplumsal cinsiyet rolleri medyadan topluma yansır ve benzer şekilde toplumdan da medyaya yansır.

Toplumsal  Cinsiyet  TartışmalarıKolektif

Kaynakça

www.reportare.com
www.tccuam.gelisim.edu.tr
www.kulturservisi.com
www.sinematurk.com
www.filmmor.org
www.dergipark.org.tr




İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir