İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ellerim ne kokuyor?

Bir şey olmak isteyen bir kürek! Belki de hep daha fazlasını olmak için çırpınan bir kürek! Olduğundan hep bir adım önde olabilmek için can atan bir kürek! Çok kırgın, öfkeli ve özleyen bir kürek! Bir köpürüp bir durulan dalgaların arasında başka özlemler ve küskünlüklerden geçip rüyalarda buluşan baba kız…

“- Ben de bir kürek olabilir miyim baba?

– Sen tanıdığım en güçlü ve çalışkan küreksin Diana.

– Gerçekten mi? Bir gün senin gibi iyi bir denizci olabilir miyim peki?

– İstersen olursun tabii, ama yapacak daha başka işlerin olmayacak mı?

– Olmasın! Senin ellerindeki kokuyu özlüyorum baba. Denizin tuzunun, rüzgârın ve balık pullarının kokusunu saklayan ellerin gibi ellerim olsun istiyorum. 

– Bunun için ellerinin balık kokmasına gerek yok. O koku zaten hep seninle kızım. 

– Benimle mi? 

– Evet, seninle. Bak şuranda ve tam şuranda…” derken ellerini kızının önce başına, sonra da kalbinin üzerine koyup çekmişti. Kavin işte tam bu anda uyandı. Yıllardır gördüğü rüyanın aynısıydı. Öncesini bir türlü hatırlayamasa da geçmişin silemediği izler arasında karmaşık bir yolculuktaydı ve ana dönmesi gün içinde bir hayli zaman alıyordu. Göreceli bir kavramın yansıması, pencereden sızan yağmur damlalarını kürek çekerek varacağı yere ulaştırıyordu. Kalkıp hayata karışmasına daha çok vardı, ama içinden haber vermek geldi. Telefona uzanıp Kaan’a yazdı:

“Yine aynı rüya!”

Sonra avucunu burnuna dayadı, içine çekti; boya kokuyordu. Boşluğun kokusuydu bu sanki. Nereye ait olduğunu bir türlü bulamamanın kekremsi kokusu…

Kavin, yirmi dört yaşında bir genç kızdı. On iki yaşından öncesine dair bildiği tek şey babasıyla İsveç’te yaşadığıydı. Şimdi adını dahi hatırlamadığı babası, Danimarka’ya doğru yol alırken geçirdikleri o kazada öldü. Kavin ise hafızası tamamen silinse de, bu kazadan güçlü çıkmıştı. Doktoru ve sonrasında annesi olan Feride, onu tedavi etmekle kalmamış, ona yeni bir hayat vermişti. Feride de yaralıydı. Büyük aşkının peşinden buralara gelmiş, ancak onu kanserden kaybetmişti. Onun acısını yenemediği dönemde kesişti yolları bu kızla. Önceleri ailesinden başka kimler var diye çok aradı, ama sonra bu küçük kıza giderek alıştığını fark etti. Ona adının Diana olduğunu hiç hatırlatmadı. Madem her şey silinmişti, öyleyse ona yeni bir hayat çizecekti. Çizdi de. Ona Kavin adını verdi ve onu ilmek ilmek işledi. Türkçe öğretti. Kavin 18 yaşına varmadan da Türkiye’ye döndüler. İstanbul’da ona bambaşka bir hayat verdi. Ancak ne olursa olsun, genç kızın rüyalarını kontrol edemezdi. Kavin ya da bir dakika Diana mı demeli, rüyalarında babasıyla kendini bir kayıkla denizin ortasında görmeye devam etti. Feride de Kavin’e bağlandıkça bağlanmaya…

Kavin, elleri müthiş yetenekli bir kızdı. Resim bölümünde okudu. Kaan’la da fakültede tanıştılar. Şimdi hazırlandıkları sergi için çok çalışıyorlardı. Bu kolektif sergide Kaan’ın güzel sevgilisi için bir sürprizi vardı. Gece Kavin’den aldığı mesajla uyanmış ve bir daha da uyku uğramamıştı. Kalkıp tamamlamak üzere olduğu tablosunun başına geçti ve birkaç dokunuşta daha bulundu.

Sergiye çok az zaman kalmıştı. Kavin rüyalarının sıklaşmasını bu strese bağlamayı tercih ediyordu. Uykusuna zor da olsa devam etmiş, sabah güzel bir kahvaltıyla düşüncelerini kovmuştu. Annesine artık rüyasından bahsetmiyordu. Evden öğlene doğru çıktığında Şenay yine kapının önündeki iskemlesinde oturuyordu. Komşunun sözüm ona deli kızı Şenay. Kavin, Şenay’ın portresini çiziyordu sergi için. Rutin olarak uzaktan onu izlemeye devam etti. 

Kavin ruhundaki dalgaların arasında savrulurken sokağın başındaki köşesinden hiç ayrılmayan bu kadın, yıllardır olduğu gibi parmakları arasındaki kolyeyi çevirmeye devam ediyordu. Gününün en şenlikli zamanlarını yağmur güneş demeden balmumu ipten yapılmış kolyenin ucundaki boncuğu izlerken yaşıyordu. Kavin de bu mahalleye geldiklerinden beri onu izlemeye bayılırdı. Şenay’ın yıllardır orada öylece oturup mesai bilinciyle kolyeyi çevirmesi Kavin’e büyülü bir dünyanın kapılarını aralıyordu. Belki de ikisi de benzer hayatlar düşlüyordu. Sade, her şeyin apaçık ortada olduğu ve hiç sır saklanmayan bir hayat. Bu çok mu şaşırtıcı olurdu?

Nihayet sergi günü gelip çattı. Annesinin sevdiği eşek gözlerini daha da belirginleştiren kalemi özenle çekti. Dantel detaylı elbisesi içinde ensesinde topladığı sarı saçlarıyla muntazam bir uyum içindeydi. Annesiyle taksiden indiler ve kol kola sergi alanına girdiler. Şenay’ın portresi serginin gözbebeği olmuştu. Bu portre adeta yaşıyordu. Hikâyesinin derinliği ve Kavin’in, Şenay’ın ellerine özenen elleri, tüm renklere dokunmuş, karışmıştı. Feride’nin gururdan koltukları kabardı…

Kavin, annesini bir masaya bırakıp az önce buralarda olan Kaan’ı aramaya koyuldu. Büyük gün gelip çattığına göre sürprizi bugün öğrenecekti ve çok merak ediyordu. Kaan salonun bir köşesinden gülümsüyordu ona. Kavin daha sessiz ve sakin yürümeye başladı. Yaklaştıkça sevdiği erkeğin ardındaki tablo netleşiyordu. Daha da yaklaştığında yine bir rüyanın içinde olduğu hissine kapıldı. Bir sonraki adımda tablonun içine hapsolmuş öylece duruyordu. Kaan, Kavin’in rüyasını resmetmişti. Kavin bugüne dek hep korkmuştu bundan, ama şimdi hafızasında bölük pörçük anıların renklerle canlandığını keşfediyordu. Hiçbir şey hatırlamasa da babasının rüyasından çınlayan sesinin de söylediği gibi, kokuyu hissediyordu. O koku hep kendisiyleydi. Şimdi bunu tüm hücreleriyle anlıyor ve kabul ediyordu. Koku yerini bulmuştu. Hep boya kokan ellerinden derin bir nefes aldı. Artık babasının da bunu hissettiğinden emindi. Resmin önünde çivilenmiş gibi durduğu yerdeki sonsuzluk zemininden annesinin varlığını hissettiğinde ayrıldı. Neden sonra Feride konuşmasına şöyle başladı:

“Diana!”

Kavin’in bulutlu gözlerinden gökyüzü bir tam tur geçti ve boğazını düğümleyen yaşlarla, “Biliyordun.” diyebilidi.

“Evet, biliyordum. Ama inan daha fazlasını hiç bulamadım kızım. Sadece seni çok sevmeyi seçtim. Hiç fotoğrafın yoktu, ben de ulaşamadım. Şimdi hafızandan silinmeyen o karenin bir resmi olduğu için çok mutluyum. Umarım ruhunda bir şeyler yerine oturmuştur.”

Kavin artık gözyaşlarını tutmak için uğraşmıyordu. Cılız bir “Evet!” döküldü dudaklarından. Bir yandan da başını sallıyordu. Duvarda bir tablodan ona yansıyan geçmişine, bugünü ve geleceğinden özlemle baktı. Resimdeki kızın gözlerine kitlenmişti. Şimdi o gözlerde ne korku vardı ne kırgınlık. Hepsi denizin dalgasına karışmış, yolunu bulmuştu. Babasının elleriyle buluştu. 

Artık kokuları da tanışıyordu…

Damla Karakuş

3 Yorum

  1. İsmail kün İsmail kün 21/11/2020

    Yine ne güzel bir hikaye olmuş. Koku, hafıza, tutku, boya ve resim ve tabii ki aşk bir hikayeyi hikaye yapan çok şey var bu hikayede. Ve iyi ki var iyi ki…

  2. Rana Beri Rana Beri 22/11/2020

    Çok güzel çok etkileyici… Ellerine ve kalbine sağlık. Bu hikâye bir kez daha bana hepimizin birbirimizle derinden bağlantıda olduğunu hatırlattı.
    Sevgiyle

  3. Çağdaş Ataman Çağdaş Ataman 23/11/2020

    Tebrik ederim Damla Hanım, anlatim tarzınızı çok güçlü ve başarılı buldum, hikâyenizde çok etkileyiciydi, basarilarinizin devamını dilerim…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir