İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Blues Müziğin Kabına Sığmayan Kadını: Janis Joplin Kimdir?

Janis Joplin (1943 – 1970) Amerikalı bir şarkıcı ve söz yazarı olarak psychedelic rock müziğin önemli temsilcilerinden biri. Gerek sahnesinde gerek gündelik hayatında oldukça “yüksek”, heyecanlı, ışıltısını etrafa sakınmadan yayan biri olarak tanınıyordu. Doğduğu yer ve dönem itibarıyla da rock and roll’un yükselişinin tam göbeğindeydi ve ağır ruhsal yüklerini müzikal yolculuğuna bir “malzeme” yapmayı oldukça iyi biliyordu. O, müziği seviyordu. Yaşamayı, denemeyi, uçlarda gezinmeyi, travmalarıyla yüzleşmeyi, cesaret göstermeyi seviyordu. Meşhur 1969 Woodstock Festivali’nde o da parlayan yıldızlar arasındaydı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından doğan tüm o rock yıldızlarının yaşadıkları ruhsal sorunlar, otoriteyle çatışma gibi olaylar onun da başındaydı.

Blues müziğin kaynaklarının çok daha geriye gittiğini burada anlatmıştık. Ancak blues müziğin olgunlaşması ve rock and roll denen “belayı” doğurması elbette 1960’lara tesadüf eder. Kışkırtıcı, şuh, insanları harekete ve dansa davet eden bu illet, ailelerin ve muktedirlerin rahatsız olduğu bir “şey”di. Bu dizginlenemeyen dünyanın en içinde olan şarkıcılardan biri olarak Janis Joplin her zaman tartışmaların odak noktası olmuştur. Bunun sebebi Joplin’in ortalığı harekete geçiren, kontrol edilemeyen tavrı, yıkıcı alay becerisidir. 27 yaşında çoğunlukla da intihar nedeniyle ölen rock müzisyenlerini anlatmak amacıyla söylenen “27 Kulübü” ifadesi onun için de geçerliydi. O da bu kulübün üyesiydi. Peki Janis Joplin nereden geldi?

19 Ocak 1943’ün sabah saatlerinde, Teksas’ta bir “beyaz kız” açtı gözünü. St. Mary’s Hastanesi’nde doğan Janis, galiba o bölgenin en steril yerinde doğdu. Çünkü doğduğu yer olan Port Arthur, evlere kadar yayılan ağır petrol kokularıyla, kirli mi kirli havayla, kimyasal atıkların Sabine Gölü yüzeyinde oluşturduğu korkunç durumla cebelleşiyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nin petrol yataklarının önemli bir parçası Teksas’ta olduğundan, bu bölgede dünyaya gelen insanların hastalıklı bir şekilde büyüdüğü gerçeğini unutmayalım. Babası Seth Joplin Port Arthur’a Amarillo’dan gelen, kibar, nazik, dini bütün bir insan. Meraklı, hor görmeyen bir yapıya sahip olan Seth Joplin 1935’te makine mühendisi olarak çalışmak üzere buraya geliyor. Seth, Janis’in babası.

Baba Seth Joplin. Soldaki küçük hanım Janis Joplin. Ve Janis’in kardeşleri. Yıl 1952.

Anne Dorothy Joplin ise 1930’ların büyük ekonomik krizinde çiftliğini kaybeden ve Kansas City, Los Angeles ve Amarillo’daki pazarlama işinde dikiş tutturamayan babasının peşinden, ailesiyle beraber Port Arthur’a geliyor. Seth ve Dorothy, tanışmalarından 1 yıl sonra, 1936’da evleniyorlar. Sabırlı ve azimkar bir kadın olan Dorothy de iş kadını olarak hayatını sürdürüyor. Çift, dönemin ekonomik krizlerinden herkes gibi etkileniyor ve istedikleri halde çocuk sahibi olamıyorlar. İdealist bir yapıya sahip olan anne, iş kadını kariyerini geride bırakıp bir kolejde kayıt memuresi olarak çalışmaya başlasa ve az para alsa da, doğacak muhtemel çocuğunun gideceği koleji o daha doğmadan belirliyor. İşte böyle bir ailede, İkinci Cihan Harbi’nin hala daha hüküm sürdüğü 1943’te dünyaya geliyor Janis Joplin.

Anne Dorothy Joplin. Solda Janis. Sağdaki kız ise muhtemelen Janis’in kız kardeşi.

Anne Dorothy Joplin’in, kızı ile ilgili bir anısını olduğu gibi aktaralım mı? “Bir gün, Janis yedi yaşındayken, daha sonra onun da katılacağı İzci Kızlar Birliği’nin fotoğrafını çekmiştim. Kızlar ilkokulun önünde poz vermek için dizilmişlerdi. Janis de aralarında, ikinci sıraya usulca gizlenmiş duruyordu. Birden, sessizce, ben tam objektif kapağı ile uğraşırken, sıçrayarak grubun önüne geçti. O anda flaş patladı ve Janis yüzünde nazik görünen aslında alaycı bir sırıtışla reverans yaptı.”

Anne, bu durumu Janis’in çocukluğunun bir tipik örneği olarak görüyor. Bununla beraber, yemek masasında küçüklüğünden itibaren bir yetişkin edasıyla yemeğini yer Janis. Bir aşırılığı yoktur. Bir çocuk kadar zıpır, bir çocuk kadar oyunbozan, bir çocuk kadar aktif ve çekingendir. Janis’in sanata ilgisi ise çocukluk dönemlerinde eline kalem alıp resim yapması ile başlıyor. Bunda, annesinin Port Arthur’da kendisi için kurduğu resim atölyesinin de bir payı olsa gerek. Yine bu çocukluk yıllarında şarkı söyleme alışkanlığı edindiğinden, anne onu kilise korosuna ve okulun eğlence kulübüne gönderiyor. Gazı almış olacak ki Janis, sonraki yıllarında dikkat çekici bir zeka sergilemeye ve bitmek bilmeyen taleplerde bulunmaya başlıyor. Okumayı okula gitmeden öğrenen, büyülü & sihirli hikayeleri çok çabuk kapan, tiyatroyu ve abartılı hikayeleri seven Janis altı yaşına bastığında kız kardeşi Laura da dünyaya geliyor. Resim yeteneği bir çocuk için üst düzeyde olsa gerek, zira okuduğu mektepte nadir görülen bir grafik çizme yeteneği olduğu için Janis derece atlıyor ve üçüncü sınıfa alınıyor. Anne ve babası ondan kusursuz olmak, başarılı olmak gibi taleplerde bulunmadıysa bile o, daha ilkokul çağında kendisine muazzam bir sistem kuruyor. Belki, derece atlayıp üst sınıfa alınarak kendisinden daha ileride olan sınıf arkadaşlarına yetişmek için bir disiplini oturtmuştu hayatına.

Sekiz on yaşlarında ise Janis Joplin’in ikna edilemeyecek derece bir inada sahip olduğunu görüyoruz. Öyle ki, yapmayı gerçekten istediği bazı şeyleri sırf annesi ikaz ettiği için yapmayabiliyordu. Babanın entelektüel, kütüphanelerle iç içe bir adam olması da, Janis’in ileride açığa çıkacak lirik yeteneklerine etki etmişti. Lise dönemine gelindiğinde ise bu kez gerçekler ile hayal aleminin ürünleri arasına çizgi çekemeyen bir Janis çıkıyor karşımıza. Çocuk yaşta edindiği önemli fikirlerden biri ise şarkıcının dokuzuncu sınıfına rastlar. Janis lisenin daha ilk senesinde toplumsal düzen hakkında bir temel oturtmuştu hayatına. Ona göre tüm ırklar, ırklar üstünde birleşmeli ve ülkelerdeki tüm ayrımcı tavırların kökü kurutulmalıydı. Ulu orta öfkeli çıkışlar yapmaya başlayan Janis, inceltilmiş davranışlardan uzakta, tabiri caizse terbiyesizce davranmaya başlamıştı. Uslu bir çocuk olup Şirinler’i görmek gibi bir derdi yoktu.

15’li yaşlarına geldiğinde ise kendisine uzun yıllardır göz kırpan o “aşırılığın” yurduna girmeye başlıyordu. 1958’i 1959’a bağlayan günlerde Janis Joplin, Port Arthur’un varoşlarında yaşayan beş delikanlının kurduğu “Langdon Crew Gang” adlı komüne adım atmıştı. Katıksız, saf bir vurdumduymazlığı yaşayabildiği bu komünde patavatsız, öfkeli, kafasının dikine giden arkadaşlar edinmişti. Ekipteki Jim, Dave ve Grant, Janis’in adeta yırtılan gırtlağını keşfeden de ilk kişilerdi. Jim’in trombon çalması, Janis’in bir enstrümana olan aşinalığının başlangıcıydı. Jim bundan caz kulübü bozması yerlerde para da kazanıyordu. Dave okul gazetesinin editörü, Grant ise futbol oynuyordu. Bu çocuklar sertti. Janis de lise arkadaşları tarafından hep biraz “erkeksi” bulunduğundan, bu ortamda kendini rahat hissediyordu.

Janis Joplin’in yolu yavaş yavaş çiziliyordu. Amerikalı blues şarkıcısı Bessie Smith’in bir barda keşfedildikten sonra yaptığı plağı 2 milyon satınca, şarkıcı kaçınılmaz şöhrete kavuşmuştu. Bu sayede Janis de, Bessie’yi duymuştu ve hep onun gibi söylemek istediğini fark etmişti. Mesela Janis, Bessie’nin her konser öncesinde alkol aldığını okumuştu. O da bunu öğrendikten sonra, şarkı söylemeye başlar başlamaz içiyordu. Blues’un nasıl söyleneceğini de onun plaklarını dinleye dinleye öğrenmeye başlamıştı. Az az ilerleyen yıllarda artık Janis barlarda takılmaya ve o âlemin tozunu yutmaya karar vermişti. Bu nedenle New Orleans’a gitmeyi kafasına koyan Janis’in karşısında bir engel vardı. Annesi, kızının bu kararına şiddetle karşı çıkmıştı. Ancak çocukluğundan itibaren vazgeçirilemeyecek bir inada sahip olan Janis Joplin, annesiyle yaşadığı bu tartışmanın ardından aile arabasını yürüttü ve sattı. Bu sayede benzin parasını çıkarmayı planlayan Janis yanına aldığı bir iki kafadarla New Orleans’ın yolunu tuttu.

Yağmurlu bir havada, bir araba yarışçısının kullandığı otomobilde New Orleans’a, aradığını bulmayı ümit ettiği yere gitmeye çalışan Janis bu yolculukta bir kaza da atlattı. Ancak yaralanan kimse olmadı. Çok geçmeden kaza yerine gelen polis, bu bebelere kimlik sorunca olanlar oldu. Gençlerden üçü reşitti, ancak Janis 18’inin altındaydı. Buna sinirlenen polis, çocukları bir minibüsün arkasına atıp karakola götürmüştü. Janis, diğer elemanların aksine oldukça sakin görünüyordu. Merkeze geldiklerinde polis Janis’in ailesini aradı ve Joplinler çocukların hepsini tanıdıklarını, hiçbirinin tehlikeli olmadığını söylemişti.

Gerekli kefaletin ödenmesi ile karakoldan çıkarılan Janis evine yollandı. “Zenci dostu” bu beyaz kız, nasıl yaşayacağını giderek daha fazla ortaya koyuyordu. Direterek, inat ederek, laf dinlemeyerek, kafasının dikine giderek. 1960’ta liseden mezun olunca Lamar Koleji’ne kaydolan küçük kız, burada da skandallar yaratmak konusunda hiç zorlanmıyordu. Vücudunu saklamayan, şeffaf giysilerle dolaşması bunlardan biriydi. Bu yatılı kolejde, zamanının çoğunu odasının penceresinden dışarı bakıp şarkı mırıldanarak geçiren Janis, okul arkadaşları için konuşulması zor biri haline gelmişti. Aklı dışarıdaydı. Kendini yollara vurmak, aşırılıkları deneyimlemek, plansız bir gecenin ardından bir yerde sızıp kalmak, blues yapmak istiyordu. 1961’e kadar derslerine düzenli olarak devam eden Janis, 17 yaşında bir kız için çok içmeye başlamıştı. Bu süreçte Houston’a sık sık uğruyor, bir yandan da “Bulimia” denen şu aşırı yiyip yediklerini zorla kusma denen hastalığıyla uğraşıyordu. Annesi aşırı doz alkolün bir gençlik hali olduğunu düşünsene de psikiyatristler aynı fikirde değillerdi. Böylece Port Arthur’da gidilmedik hekim kalmadı. Ancak hiçbir görüşmeden bir sonuç alınmamış olacak ki, Janis’in alkolle ilişkisi daha da artıyordu. Edmund Rothschild adlı hekimin ise daha başka yöntemleri vardı. Hekim, Janis’in alkollenip şarkı söylemesini istedi. Janis bunu yaparken müziğe dair sahip olduğu duyarlılığını yitirdiğini görünce daha az içmeye başlamıştı.

Kulüplerde şarkılar söylemeye başlamıştı. Sahne almaya başladığı bu zamanlarda, bir bankanın reklam müziğini yapması istendi. Trombon çalan arkadaşı Jim, Woody Guthrie’nin meşhur şarkısı “This Land is Your Land”i bu reklam için uyarlamıştı. “This bank is your bank…” diye acınası bir şekilde uyarlanan bu şarkı ile Janis ilk plağını doldurmuştu. Janis’in bu yıllarda yorumlamayı sevdiği şarkılar ölüm teması etrafında şekillenen parçalardı. Yazdığı şiirlerde de cennet & cehennem ikilemini bolca görmek mümkündü. Walter Creek adlı grubun vokali olması teklif edildiğinde de bunu kabul etmiş ve kısa sürede grubun lideri olmuştu. Bu grupla Zilker Park’ta en iyi vokal grubu yarışmasına katılan Janis, güçlü gırtlağı, şahane blues yorumu ile meydandaki küçük kalabalığı avcunun içine aldı. Yarışmada da birinci oldu.

Burada Janis’i dinleyenlerden biri de şehir gettolarında yetişmiş, ardından kendini yollara vermiş, müzikle de içli dışlı olan Chet Helms adlı bir genç adamdı. Chet, Janis’in birinciliği kazanan bu performansı hakkında şunları söylemişti: “Kız iyiydi ama grup çok silikti. Bir tesadüf eseri bir araya geldiklerinden emindim. Janis’ten bana takılmasını istedim. Bana ‘İyiyiz ha?’ diye sordu. Ona ‘Dinle,’ dedim, ‘şayet insanlar seni Batı Kıyısı’nda duyarsa popolarından tekmelendiklerini düşünecekler, onlar böyle bir şey duymadı çünkü. Onları kendinden mahrum bırakamazsın.”

Janis Joplin ve Chet Helms

Böylece Janis ile Chet’in yolculuğu başlamıştı. İkisi Austin’den San Francisco’ya ülkeyi otostopla gezmeye başladılar. Janis 1963 kışında San Francisco’da sahne almaya başlamıştı. Kendine özgü hali tavrı sayesinde sahne aldığı mekan kısa sürede bölgenin en renkli eğlence mekanı halini almıştı. Janis ve Chet burada bir apartman dairesine yerleşmişlerdi. Bu dönemde bardan güzel para kazansa da uyuşturucu maddelerin hayatına girmesi nedeniyle elde ettiği gelirin birçoğunu weed’e harcıyordu. Janis hakkında, yol arkadaşı Chet “Onun en sevdiği şarkı arayıştı.” diye boşa dememişti. Janis, kolejde yatılı okurken vaktinin çoğunu odasındaki camdan dışarı bakarak nasıl geçiriyorsa, şimdi de gözü hep ufuktaydı. Sanki “orada”, içinde bulunduğu yerde olmayan, daha iyi bir şey var gibiydi. Bu nedenle oradan oraya yaşadı. New York’ta bir başka daireye taşındı. Büyüdüğü Port Arthur’dan farklı farklı şehirlere gidip gelmeyi sürdürdü. Duman altı, pek de tekin olmayan mekanlarda çalmaya devam etti.

O bir yıldız olmak istiyordu. 1969 yılında “Kozmic Blues” adlı meşhur parçası, “I Got Dem Ol Kozmic Blues Again Mama!” albümünde yer aldı. Şarkının liriklerini ve müziği Gabriel Mekler ile beraber hazırlamıştı. Kısa sürede oldukça iyi paralar kazanmaya başlayan rock yıldızı, kendine bir Porsche almakta gecikmedi. Böylece, gençliğinde benzin parası için çalıp sattığı aile arabasından katbekat lüks bir otomobile binmeye başlamıştı. Tırmanıştaydı, şöhreti tatmaya başlamıştı. Öyle ki New York Times “The Janis Joplin Philosophy” adlı bir yazı dizisine bile başlamıştı. Avrupa’da büyük kentlerde sahneye çıkmaya başlayan Janis, ünlü müzisyenlerle de tanışıyordu. Şöhret arttıkça alkol ile madde bağımlılığı ile olan alakası da artıyordu. Stüdyoya bazen sarhoş geldiği de oluyordu.

Blues müziğin ve psychedelic rock’ın parlayan yıldızlarından biri haline gelen Janis Joplin’in önünde şöhretini zirveye taşıyacak bir festival vardı şimdi: Woodstock! 1969’un unutulmayan festivali Woodstock, pek çok rock yıldızının da keşfedildiği festival olmuştur aslında. New York’un kilometrelerce kuzeyinde kalan bir kasabada gerçekleşen festivalin organizatörlerinin amacı belliydi: ABD ve Avrupa’da hızla çoğalan festivallerden birini burada da gerçekleştirmek ve bundan para kazanmak. Yaklaşık 500 bin kişinin akın ettiği tahmin edilen Woodstock Festivali’nde kimler yoktu ki? Jimi Hendrix, Greatful Dead, Joe Cocker, Jefferson Airplane hemencecik sayabileceğim birkaç isim & grup. Tabii festivale 500 bin civarı kişinin katılması, bilet kontrollerini imkansız hale getirmiş ve Woodstock büyük çapta ücretsiz bir organizasyona dönüşmüştü.

Janis Joplin, Woodstock, 1969

Janis Joplin, Woodstock’tan birkaç hafta önce başlayan bronşitini az da olsa yenmek adına arkadaşları ile Virgin Adaları’na çıkmıştı. Janis’i Woodstock Festivali’nde görmek isteyen finansör Michael Lang “Orada çok daha iyi bir performans göstermesini bekliyordum. Beceremedi.” demişti. Ancak yine de festivalin ardından Janis kariyerini bir bakıma sağlama almıştı. Onca zaman onu yeren medya, festivalin ardından onu biraz övmeyi de başarıyordu. Alkol ile bağını asla koparamayan Janis Joplin, hiç değilse içkiyi azaltma yoluna gitti. Sahne aldığı mekanlardaki seyirci sayısı kaç olursa olsun, şarkı söylemeyi bırakmadı. Hatta şarkı aralarında durup biraz sohbet etmeyi de severdi. İşte onlardan biri:

“Bir yıl kadar önceydi. San Francisco’da apartmanın üçüncü katındaki dairede yaşıyordum. Fakat bir şeyler yolunda gitmiyordu. Hiçbir şeyi alamıyorum… Hareket… anlıyor musunuz ne demek istediğimi? Masalların hiçbiri gerçekleşmiyor. Ve bu pilici caddede dolaşırken görürdüm, hiçbir şeyi yoktu ama iyi götürüyordu ve bana kalan kendime şöyle seslenmek oldu: ‘Sorun nedir Janis?’ Demek istediğim; nasıl sahip olabilirsin? Böylece düşündüm ki yeniden bir yerlerde başlamalıyım, denemeliyim. Pilicin yapıp da benim es geçtiğim buydu. Bir sabah erkenden uyanıp penceremden dışarı seyretmeye başladım. Piliç’i gördüm dışarıda. Ne yaptığını izlemeliydim. Yani ne yapmak zorunda olduğunu gördüm. O saatte dışarıda sokaklardaydı ve itişip kakışıyordu. Sonra kendime ‘hadi tatlım’ dedim, ‘hadi Janis denemek zorundasın, inan değecek, denemelisin, deneyeceksin.’ Ve ne zaman gerçekleşmesini istediğiniz küçük bir masal olursa denemelisiniz. Denemek zorundasınız. Deneyin, biraz daha zorlayın.”

Woodstock Festivali’nden.

Bir süre ailesinin yanına, büyüdüğü yere giden Janis 1970 yazında onlarla vedalaşarak kentten ayrıldı. Aynı yılın temmuz ayında Seth Morgan adında, zengin ve prestij sahibi New York’lu bir ailenin çocuğu ile tanıştı. Para konusunda hiçbir zaman sorun yaşamamış olmasına rağmen büyük ve tehlikeli hırsızlıklara giren Seth, madde bağımlısıydı. Bir süre beraber takıldılar. Çok kısa sürenin ardından evlilik hayalleri bile kurmaya başlamışlardı. Ancak Janis’in arkadaşlarının aktardığına göre Seth’in amacı biraz daha başkaydı. Bir madde bağımlısı olarak elindekileri satacak yer arayan Seth, Janis’i bir sevgili & müşteri sentezinde biri olarak görüyordu. “Vahşi ve acımasızdı. Janis’i büyük oranda o öldürdü.” “Öfkeli bir adamdı. Öfkesini kustuğu zaman Janis için bu kışkırtıcı oluyordu.” “Seth onunla birlikte oldu, çünkü Janis’ten dört yüz dolar almıştı.” Bu sözler Janis’in arkadaşlarınca söylenmiş sözlerdir.

Seth Morgan & Janis Joplin

Tüm bu süre zarfında ağlamaklı bir şekilde “Artık rock and roll geçmişimin bir parçası…” diyen Jim Morrison ile görüşmüş, ilişkilerinde onulmaz yaralar almıştı. Geçmişini unutmaya başlamıştı. Ancak ufukta da bir çizgi görünmüyordu. Adeta ânı yaşayan o “beyaz kız” bu kez aynı ânın içine sıkışmıştı. Tam altı kez overdozun eşiğinden dönmüştü. Çok fazla insanı, madde bağımlılığı nedeniyle kaybetmişti. 18 Eylül 1970’de Jimi Hendrix’in ölüm haberini aldı. Aynı gün akşama doğru basından bir gazeteci Janis’i arayıp ondan konuyu yorumlamasını istemişti. Janis Joplin, Jimi’nin ölümü hakkında şunları söyledi:

“Şoka uğradığımı söyleyemem, çünkü uğramadım. Sıra kimde diye bekliyordum. Korkuyorum. Çok fazla uyuşturucu almış olmalı, biliyorum. Ve ben merak ediyorum… acaba ben öldükten sonra arkamdan ne diyecekler?” Aynı yıl iki rock yıldızının ölemeyeceğini düşünüyordu. Ayrıca Jimi ile aynı yıl ölmek de istemiyordu, çünkü onun kendisinden daha büyük bir yıldız olduğunu ve intiharının “yeterince” sükse yapmayacağını düşünüyordu. Bir yandan düşüncelerinde bu denli ileri gittiği için kendinden de korkuyordu.

1 Ekim 1970’te avukatı ile buluştu. 1968 senesinde yazdığı vasiyete göre ölümünden sonra sahip olduğu her şeyi erkek kardeşine bırakıyordu. Annesini, babasını ve kız kardeşini bunun dışında bırakıyordu. Bu vasiyetini avukatı ile buluşup değiştirmişti. Buna göre, annesiyle babasına da bir şeyler ayırmıştı. O sırada kaldığı otelin adı Landmark idi. 105 numaralı odasına çıktı. Annesine gitmek için eve dönüş biletini alacak birilerini ayarlamayı düşündü. Otelin lobisinden sigara alıp odasına döndü. Kapıyı kilitlediğinde altın vuruşunu yaptı. Tarih 4 Ekim 1970’ti. Ölümünden önce kaydetmeye başladığı “Pearl” albümü ise, Janis’in intiharından birkaç ay sonra piyasaya girmişti. Şubat 1971’de ise albüm bir numara oldu, yıllar boyunca da listelerden inmedi. Tüm zamanların en iyi kadın şarkıcı albümü olarak dahi değerlendiriliyordu bu albüm. Bunda acaba, Janis’in gitmesinin de payı var mıydı? Sonunda Jimi Hendrix’in ölümünden sonraki gibi, kendisi hakkında da çokça konuşuluyordu. İstediğini elde etmiş miydi yoksa? Hayatı boyunca onun dibi boylaması amacıyla yazılmış yazılar gitti, yerini basının günah çıkarmaları aldı. Janis’in otopsisini hazırlayan memur, şarkıcının bedeniyle ilgili “Dış Bulgular” otopsi raporunda şunları diyordu:

“Sol elinin bileğinde bilezik şeklinde bir dövme var. Sağ topuğunda ayak bileğinin yanında biraz arkasında çiçek şeklinde küçük bir dövme var. Sol göğsünün üstünde de küçük bir kalp şeklinde bir dövme daha var. Her iki kolunun dirsek çukurunda ve sol kolunun yan – ön tarafında sayısız iğne deliği izi var. Büyük bir travma veya bir şiddet izine rastlanılmamıştır. Ölümü: Akut eroin – morfin zehirlenmesi yüzündendir. Bu olayın nedeni ise yüksek dozda enjeksiyon. Gözleri mavi ve her iki gözbebeği farklı büyüklükte.”

Kaynak: Janis Joplin, Nigar Özlem (Altıkırkbeş Yayın)

American Masters Janis: Hüzünlü Küçük Kız (Film)

Rolling Stone’da Janis Joplin hakkında çıkan yazılar

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir