Irk, dil, din, mezhep, coğrafya gibi farklılıklar, pozitivizm açısından bakılırsa; çeşitlilik ve kültür zenginliği oluşmasını sağlayacaktır. Böylece kültür unsurları sanatın malzemesi haline gelecektir. Bugün şamanizmi kültür değeri olarak görüp eski mezarlardaki çizimleri sanat eseri sayıyorsak, işte bu kültür kavramının etki alanına girmektedir. Eski ve yeni kaynaklarımıza sahip çıkmadıkça ne milli değer, ne de uluslararası bir değerde sanat oluşturabiliriz. Ülkemizde oluşturduğumuz sanat, “üniversal” değere ulaşmaması gene büyük çapta buna bağlıdır. Abraham Maslow’un teorisinin halen makbul olması da buna bağlanabilir.
Şöyle ki; “ihtiyaçlar Hiyerarşisi” Maslow’un herkes tarafından bilinmesi gereken bir teoridir. Buradaki “ihtiyaç” sabit unsurdur. Değişkenler ise dikkat edilirse somuttan soyuta bir değişiklik göstermektedir. İnsanoğlu önce karnını doyuracak, ardından kendini güvende hissedecek, ardı sıra sosyalleşme çatısı altında sevgiyi öğrenecek, daha sonra öz güven çatısı altında kendini kanıtlayacak ve bir başarı tadacak, nihayetinde en son da “kendini gerçekleştirecek”. Bu son eylem; mutlu, özgün, yardım sever, empati yapabilen ve en önemlisi düşünen bir insanı oluşturmaktadır.

Peki bunlar bu yazıyı neden ilgilendiriyor? Çünkü, son aşamadaki düşünen insan profili, sanat üreten yani yaratan insanı kapsamaktadır. Gerçekçi bakıldığında sanatın oluşması için gereken ortamın matematiği yaklaşık bu şekildedir. Bu bahsettiğim kanının zıttı veya karşı tezi ilginçtir ki neredeyse sadece ülkemizde görülür vaziyettedir. Romantizmin hakim olduğu ülkemiz geçmişten günümüze bir yol çizilirse içerisine düştüğü duygucu tavır görülebilir. Nitekim Uşaklıgil romanları, zamanında ve günümüzde inanılmaz ilgi görmesindeki temel de budur. Servet-i Fünun’da durum böyle iken ardından Kurtuluş Savaşı için düzülen romanlar, Yakup Kadri’ler, Halide Edib Adıvar’lar, daha sonra köycülük anlayışındaki duygusal bakış, gibi birçok anlayış mübalağaya ve yanlı bakmaya zemin hazırlamıştır. “Ezilenlerin geri yükselişi” şeklinde ilerleyen tema, Yeşilçam Sineması’nda da aynı şekilde ilerlemedi mi? Aşağı yukarı Milletimizin romantikliği uzun zamandır birincil ihtiyaç durumdadır.

Bu durumda, yukarıdaki üçgen bozulduğu takdirde sanatın kalitesi düşmektedir. Hatta ne yazık ki sanat olmaktan dahi çıkmaktadır. Buna en güzel örnek ülkemizin kitapçılarındaki “çok satanlar” rafıdır. Sanatın nasıl oluştuğuna baktıktan sonra, “kendi değerlerimizin -burada “kendi” ifadesi yaşadığımız veya zamanında yaşadığımız coğrafyadır- kaynak alınarak ve özümseyerek uluslararası bir değer yakalayabileceğimiz tezini” geliştirmek istiyorum.
Birinci adımımız Oğuz Atay’dır. -Yazının odağının Oğuz Atay olmaması adına kısa tutacağım bu bölümün işlevsellik açısından algılanmasını arzulamaktayım- Çağdaş romanımızın en güzel örneği olan Tutunamayanlar adlı roman, Atay’ın bizzat kendi duyduğu sıkıntılar tohumunun koca bir ağaç olmuş halidir. Peki bu kadar başarılı denilen bu roman hiçbir şekilde kendi kaynaklarından (insanları, coğrafyası, ülkesi, sanatı) yararlanmadan mı yazıldı? Sanırım bu imkansız olmalı. Selim’in konuştuğu, sıkıldığı, eleştirdiği, hatta alaylı eleştirdiği her şey; 1940’ların Türkiye’sidir. Romanın tekniği muazzamlığa yakın derecesinde şaşırtıcıdır. Diyaloglar bıçak keskinliğinde katı, karikatürler gibi komik, Aziz Nesin gibi alaylı ve eğiticidir. Bunca güzelliklerle dolu olan bu yapıt uluslararası nitelik kazanabildi mi? Hayır. Camus, Yabancı romanıyla aldığı Nobel ile bugün Türkiye’de de okunuyor mu? Evet. Bu iki romanı kısaca muhayyilemizde karşılaştıracak olsak, Tutunamayanlar romanının en azından aşağı bir değer görmeyeceği gün gibi ortadadır. Camus’un anlattığı yabancı, Alman kültüründen veya o dönemdeki sorunlardan bağımsız olmadığı barizdir. Albert Camus bu başarıyı, “kendi gerçekliğindeki” dünyayı anlatmasıyla yakalamıştır. Camus’un etrafında gördüğü olaylar, durumlar ve yaşadığı dönem, onu yabancı yapmıştır.

Peki bu Nobel ödülü uluslararası niteliğin ölçütü mü? Hayır. Yakın yıllarda bu ödülün de güvenirliliğinin sallantıda olduğu bir başka gerçektir. Lakin bu ödülün çok iyi bir araç olduğu göz ardı edilmez.Bu ödüle de itimadımız kalmadığına göre Cengiz Aytmatov’un bahsini açabiliriz. Çünkü uluslararası değer kazanabilmiş Nobelsiz Aytmatov, nasıl kendi değerlerini kaynak alarak bir sanat eseri oluşturmuş, sorusu ehemmiyetlidir.
İkinci adımımız Cengiz Aytmatov’dur. Aytmatov romanlarının neredeyse hepsinde eski Türk kültüründen izler bulmak mümkündür. Bu durumu amaçlı şekilde oluşturan Aytmatov’un okuyucularına bir mesajı olduğu aşikardır. Bu mesaj muhakkak “kendi kimliğinizi kaybetmeyin” olacaktır. Aytmatov’un anlatmak istediği küreselleşen dünyamızın manevi değerlerini yitirdiği peşi sırasında ortak bir maddi değere boyun eğdiği gerçeğini anlatmaktır. Gün Olur Ara Bedel, Bozkurdun Rüyası, Elveda Gülsarı romanlarının hepsinde yozlaşmış bir karakter bulmak mümkündür. Bu yozlaşma kimi zaman mevki rüyasına kapılmaktan kimi zaman sadece para meselesi kimi zaman hırsın kurbanı olan insanlar gibi örneklerle açıklanmaktadır. Bu güzel mesajların yanında Aytmatov’u tamamlayan unsurlara da bakacak olursak:
Aytmatov eserlerinde, inanılmaz bir halk kültürü bilgisi mevcuttur. Aytmatov kitaplarını okurken eski Türklerden gelme bir ninniyi duyabilirsiniz. Veya bir öğüt verilecekse atalarından kalma bir olay zikredilir. Eserlerinde hayvanlara verilen önem günümüzden çok farklıdır. Örneğin Gülsarı, bir dosttur, yoldaştır, kimi zaman akıl hocasıdır. Bunlarla birlikte kurgunun gayet başarılı olduğu da bir gerçektir. Ayrıca Gün Olur Asra Bedel’deki yozlaşmadan bıkmış karakterimizin yolcuğu temiz bir durulukta giderken bir anda bilim kurgu edasında atılacak bir füzenin kaygısı çekilmesi kurgunun sağlamlığını akıcılığını gösterebilir. Ayrıca çerçeve hikaye dediğimiz öykü içinde öykü tekniğini de başarılı bir şekilde kullanması Aytmatov’un yazarlığının kalitesini muhakkak arttırdığı görülmektedir.
Büyük olasılıkla Aytmatov ve Atay’ın arasındaki en büyük fark, pazarlanma meselesidir. Tutunamayanlar romanı için kuru bir ödül laik görüşmüşken Aytmatov romanları, dönemin başkanı tarafından tanıtılmış ve birçok ödüller verilmiştir. Fakat bu durum iki yazarında dünya çapında bir kaliteye sahip olduğunu değiştirmemektedir.

İki adımda “edebi yapıtın kendi kaynaklarından beslenmesi gerektiği” tezini genişlettiğimi düşünmekteyim. Sanatın başarılı ve özgün olabilmesi için veya sanatçının kendi imzasını atabilmesi için eserin her coğrafyadaki kültürle yoğrulurken kendi coğrafyasının kültürüyle de son şekli vermesi gerekmektedir. Aksi taktirde günümüzde oluşan tek tip zevkler tek tip idoller oluşmaktadır. Bu tek tip oluşumun durdurulması için Antik Roma, Mısır gibi büyük medeniyetlerden bihaber olmayıp Doğu ve Batı Mitolojisi’ne hakim olmak çok önemlidir. Unutulmamalıdır ki sanatın en büyük düşmanı zengin kültürlerin, çeşitliliğin ve yaratıcılığın ölmesidir.
Tavsiye edilen kitaplar: Celal Beydili, Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük. Cengiz Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel. Albert Camus, Yabancı. Oğuz Atay, Tutunamayanlar. Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil. Ramazan Korkmaz, Aytmatov Anlatılarında Ötekileşme Sorunu ve Dönüş İzlekleri. Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2.
Yazan: Çağrı Aytaç

İlk yorum yapan siz olun