İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye’nin ilk Erkek Arp Sanatçısı Çağatay Akyol ile Söyleşi

Türkiye’nin ilk erkek Arp Sanatçısı Çağatay Akyol, Dünya’da bir ilke imzasını atarak, Türkiye’nin en yüksek barajı olan Yusufeli’nin zirvesinde mühendis ve işçilere benzersiz bir performans sundu!

2017 yılında Limak Filarmoni Orkestrası’yla müziği çok sesli yorumlayarak geniş kitlelerle buluşturan Limak Vakfı, bu yıl da ‘Sanat Her Yerde’ projesiyle dünyada eşi – benzeri görülmemiş bir projeye imzasını attı. 

Limak Holding tarafından inşaatı devam eden, Artvin’in Çoruh Nehri üzerinde konumlanan 275 metre yükseklikteki Türkiye’nin en yüksek barajı Yusufeli Barajı zirvesinde ve yakın zamanda sularla kaplanacak tünellerde arp sanatçısı Çağatay Akyol, çalışanlara nefes kesen bir arp dinletisi sundu. Akyol’un baraj çalışanlarını sanatla buluşturduğu bu özel performans şimdiden dünya müzik tarihine geçti.

Suyun kristalize sesi ve barajın akustiğiyle birleşen arp ile kendi bestelerini icra eden Akyol’un çaldığı eserler arasında, Aşık Veysel’in hafızalara kazınan “Çiğdem der ki ben alayım” türküsü de vardı. 

Çağatay Akyol’a bu önemli projenin detaylarını sorduk:

Çağatay Bey öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Müzik alanındaki ilk eğitimim 10 yaşındayken girdiğim konservatuarda Hocam Kaysu Doğansoy ile başladı. 1980 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’na girdim. Mezun olduktan hemen sonra 1989 yılında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na girdim.1990 yılında Alman Devlet bursu D.A.A.D’yi kazanarak 2 yıl Almanya’da masterımı  yaptım ve tekrar yurda döndüm. Bu dönemde Salzburg Müzik Festivali, BBC Proms, Mahler Festivali, Shelswig Holstein gibi birçok uluslararası festivallerde konserler verdim. Günümüzde hala yurt içi ve dışından davet alarak, çok sayıda konser gerçekleştirmekteyim. Anadolu müziğimizi evrensel boyuta taşımak ve tanıtmak için 2012 yılında kurmuş olduğum Arpanatolia grubum ile de dünyanın birçok ülkesinde konser vermeye devam ediyoruz. Solo Arp sanatçısı olarak ise hala Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda görevimi sürdürmekteyim. 

Her Yerde Sanat projesinin ilk ayağı Türkiye’nin en yüksek barajı olan Yusufeli Barajı oldu. Buradaki hikaye nasıl başladı?

2007-2010 arasında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Müdürlüğü yaparken, Limak Holding, Limak Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Ebru Özdemir’in sanata olan desteğini, yeteneğini, yatkınlığını ve sevgisini birçok mecrada okumuştum. Birkaç projede destek almak için kendisine ulaştım ve sağ olsun o dönemde bizlere büyük destekler sağladı ve bir dostluk geliştirdik.  2010 yılında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndan ayrıldıktan sonra da Ebru Hanım ile dostluğumuz, görüşmelerimiz devam etti. Sosyal medyadan da birbirimizi takip ediyor ve haberleşiyorduk. Bir gün Ebru Hanım’ın hikaye paylaşımlarında devasal bir baraj tüneli gördüm ve aklıma şöyle bir fikir geldi; neden bu kadar büyüleyici bir ortamda sanat icra etmiyoruz? Bugüne kadar yapılan çalışmalardan bildiğimiz üzere Limak Vakfı odağında kültür ve sanat olan bir kurum. Ve Ebru Hanım’ın da bu görüşe açık olacağını tahmin ettiğimden hemen kendisini aradım, fikrimi aktardım. Aslında bu özel projenin ilk tohumu, o telefon görüşmesinde atıldı diyebilirim. 

Performans aracını arp olarak seçmenizin özel bir sebebi var mıydı?

Arp neredeyse insanlık tarihi kadar eski ve özel bir enstrüman. Arkeolojik çalışmalar 4700 yıl öncesinden Mezopotamya’nın arpın anavatanı olduğunu ortaya koyuyor. Rehabilite eden bir sese sahip olan ve mitolojide tınısıyla doğaya hayat veren arp, terapi biçimi olarak da kullanılıyor. Arp terapisi bugün dünyada; hamile kadınlarda, felci bulunan hastalarda, kanserli hastalarda, çocuklarda ve fiziksel rahatsızlığı bulunan hastalarda iyileştirici bir araç olarak kullanılıyor ve tedavilere çok büyük destek sağlıyor. Hatta tarihten, akıl hastalarına uygulanan tedavi yöntemlerinden de belki duymuşsunuzdur. Tarih boyunca, akıl hastalarına bir arp ve üflemeli bir çalgı verilerek onları bir tünelin içine koyarlar, tünel bitene kadar hastalar dinginleşmiş bir şekilde tünelden çıkarlar. Böyle tedavi şekilleri de vardır arpla ilgili. Çünkü arpın kristalize sesi, beyindeki salgılara olumlu etki eder. Ben de aslında bu bilgilerimden yola çıkarak neden baraj çalışanlarına motive aracı olarak arpı götürmüyoruz ve onları sanatla buluşturmuyoruz diyerek projeyi oluşturmaya, kurgulamaya başladım.

Bir baraj şantiyesinde konser verme fikriniz nasıl oluştu?

Bugüne kadar dünyanın çok farklı ülke ve bölgelerinde, farklı kültürlerde konserler verdim, hepsi ayrı özellikte ve güzellikte deneyimler oldu fakat şantiyede benzersiz bir dünya var. Şantiyede çalışanlar 9 – 10 yıl sürebilecek projeler için ailelerinden uzak bambaşka bir dünyada bir aradalar. Örneğin işçiler Yusufeli baraj tünel inşaatında devasa yapıların arasında mesai saatleri boyunca çalışıyor, kalan vakitlerinde yine o yapılar arasında yaşıyorlar. Enteresan bir yaşam var orada, bir film seti gibi 24 saat durmayan bir hayat. Benim de ilk çıkış noktam o tünelin ucuydu. Çünkü baraj su demek. Su ise müziğin artı kristalize rengi demek. Böyle bir ortamda kristalize su etkisi yaratan arp müthiş bir deneyim sunar. Oradaki çalışanların böyle bir konsere gitme fırsatının çok olamayacağından yola çıkarak ve arpın kendi doğal sesinde, kristalize olan ses ile su tünelinin içinden çalınması benzersiz bir bütünsellik sunacağından, benim baraj çalışanlarına bu deneyimi götürmem gerektiğine inandım. Çıkış noktam; sanatı, müziği işçilerin ayağına götürerek, onların bir saatlik konserde de olsa kendi hayalleriyle baş başa bırakıp arpın o huzurlu sesiyle birlikte, şantiye dünyasından bambaşka bir dünyaya taşımak ve belki de onların dinledikleri bu bir saat etkinlik boyunca, yıllarca kendi aralarında mutlulukla hatırlayacakları bir anı yaratmaktı. Limak Vakfı da bana bu konuda destek verdi ve projemizi hayata geçirdik.

Akustik anlamında bulunduğunuz bölge nasıldı?

Tüneli, sesi yansıtan bir örtü olarak düşünebiliriz. Bu sebeple Yusufeli’nde biz ses için sadece bir adet mikrofon kullandık. Tek mikrofon kullanma sebebimiz aslında sesi yükseltmek için değil tamamen kayıt alabilmek içindi çünkü tünelin doğal akustiği zaten vardı. Ben bunu da göz önünde bulundurarak zaten tünelde çalmak istemiştim. Tünelin ucu tamamıyla doğal akustiğe çok yakındı.

Sizin için bu performansın en unutulmaz anısı ne oldu?

Öncelikle Türkiye’nin en özel lokasyonlarından birisi olan Yusufeli barajında sanatımı icra etmek benim için tarifi olmayan bir mutluluk. Beni en çok etkileyen durumlardan bir tanesi 275 metre yüksekliğe enstrümanımı, arpı taşımış olmamız.  Bildiğiniz üzere boyutları sebebiyle arp kolay taşınabilen bir enstrüman değil ve lojistiği oldukça da zahmetli. Aslında daha hiç performans gerçekleştirmeden, ekipmanı taşıdıktan hemen sonra yaşadığımız bir olay beni en derinden etkileyen anı oldu. Çekimlere başlayacağımız sırada bizim bulunduğumuz bölgede 9 -10 işçi de çalışıyordu. Bizi görünce merakla yanımıza geldiler ve arpı daha önce görmediklerini, nasıl bir enstrüman olduğunu sordular. Ben de arpın aslında Anadolu topraklarından çıktığından bahsedip kısa tarihiyle birlikte arpı anlatmaya başlayınca, işçilerin enstrümana karşı olan bakışları, tepkileri öylesine sıcak ve sempatik biçimde değişti ki… Hemen nasıl çalındığını, kendilerinin de kullanmaya izinleri olup olmadığını sordular. Ben böyle bir tanışıklığa elçi olmaktan çok memnundum tahmin edeceğiniz üzere. Onlara yardımcı oldum ve o güne kadar hayatında hiç arp görmemiş, dinlememiş 10 işçi, arpı gördü, dokundu çalmayı denedi ve onlar için de unutulmayacak bir anı oldu. O işçilerin gözlerinin içindeki parıltıları hala unutamıyorum. Benim Limak Vakfı ile geliştirdiğim Sanat Her Yerde projesinin tam olarak amacı da buydu, sanatı her yere, herkese taşımak. Bu deneyim, proje çapında benim için en özel anı diyebilirim.

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir