İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Unutuşun ve Hatırlayışın Hikâyesi: Yediler Teknesi

İnceleme: Şeniz Baş

“Arşı, su üzerinde iken hanginizin daha güzel davranacağını denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur.”Hûd Suresi/7

Eski Ahid, Yaratılış bölümünde ve Kur’an-ı Kerim Hûd suresinde Yaradan’ın dünyayı altı günde yarattığı yazılıdır. Eski Ahid, bunun devamında yedinci günde Yaradan’ın dinlendiğini belirtir. Yediler Teknesi’ndeki yolcular ise altı gün boyunca kurmaya çalıştıkları dünyaların peşinde gider ve yedinci gün bunun mümkün olmayacağını anlarlar. Abdullah Aren Çelik’in üçüncü kitabı bu yönüyle bana Béla Tarr’ın Torino Atı filmini hatırlatıyor. Orada da varolan dünya altı günde kuruyup çöle dönüyordu. Burada bir benzerlik daha var ama onu da kitabın okurlarına bırakıyorum. 

Kitapların konularından çok, onların bıraktığı izleri ve hisleri anlatmayı istiyorum ama okumayan için de bu işkence olduğundan yine romana paralel gidelim. Bir zamanlar Siderya, bağlarında kuzuların otladığı, bahçelerinde bülbüllerin öttüğü, nehirlerinde balıkların yüzdüğü, sokaklarında şarkıların çınladığı bir yerdi zannımca. Distopik diye bir türe sıkıştırılacak ama bende bir doğu masalı dinliyormuşum etkisi bırakan romanda yazar bundan bahsetmez, hissettirir. Bu güzellik -yine bendeniz okurun yorumudur- Kule yönetimi tamamen ele geçirince görülmez olmuştur, kim bilir belki de Kule ol cennet bahçelerini peyder pey binaya çevirmiştir. Kule’nin yöntemleri hakkında bize kitaptaki karakterlerden Yezdan ipucu vermektedir:

“Uzun sakalları, öfkeli yüzleri, giydikleri siyah ve uzun elbiseleriyle korkutucuydular. İlk zamanlar kimsenin canını yakmadı bu kara peçeli, kara kalpli insanlar. Hayatımıza, yaşam biçimimize, ibadetlerimize müdahale etmedikleri gibi bize neden köyümüzde olduklarını da anlatmadılar… Önce okullarımızı aldılar elimizden, sonra kutsal mekânlarımızı, hayvanlarımızı, ağaçlarımızı, ekinlerimizi, erkeklerimizi, çocuklarımızı ve en sonunda da kadınlarımızı aldılar. Renklerimiz soldu, sularımız kirlendi, hayatlarımız karardı, çocuklarımızın sesi duyulmayacak denli kesildi… Günden güne ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi karşılamayı azalttılar, bizi kendilerine bağımlı hale getirip hayatımızı kendi istedikleri gibi yönetmeye başladılar.” ss.167-8

Kule’nin düzenli olarak anons ettiği, “Huzurunuz huzurumuzdur…” teminatına karşın Siderya sokaklarında tekinsiz bir hava esmektedir. Bu hava döner dolaşır yaşlı Marangoz Eyüp’ün kapısını tıklatır. Kapıdaki adamlar kayıp oğlundan olduğunu söyledikleri bir mektup ve defteri yaşlı adamın eline tutuşturup gayba karışırlar. Mektupta ve defterde okuduklarından -ki ne olduğunu okur bilmez- şaşkına dönen Eyüp, bir nehir kenarında oturup mektubu tekrar okumak isterken bir ceset bulur. Ceset dile gelir ve Eyüp’ün yakasına yapışır. Bir talebi vardır: Yaşlı adam, öldü mü kaldı mı bilinmeyenlerin gömüldükleri yerleri bulacak ve onları hak ettikleri şekilde defnedecektir. Bunu yaparken de cenaze namazını kılacak yedi kişi bulacaktır. Yapmadığı takdirde boğazına yapışan el, onu nerede olsa bulacaktır. Eyüp bu görev için neden kendinin seçildiğini bilmese de müteveffanın, “Oğlunu görebilirsin,” vaadiyle bu göreve dört elle sarılır. Siderya sokakları işini kolaylaştırmadığı gibi peşine de onu taciz eden başka adamlar takılan Eyüp yine kapısında peyda olan köpek Kerberos’la beraber hem öldü mü kaldı mı bilinmeyenleri hem de namazı kılacak yedi kişiyi arayıp taramaya başlar. İşler karıştıkça Eyüp’ün kafası da karışır, bulduğu kemiklerden bir gemi inşasına girişir. Kemikten gemi ve Eyüp’ün ikna etmesine bile gerek kalmadan gelip onu bulan, biçilen kaderden kaçarken yazgılarına koşan, birbirinden garip yedi yolcu nihayetinde sadece Eyüp’ün güzergâhını bildiği yola koyulurlar. Geminin yolcularının ve tufanın eşlik ettiği yolculuğunun Nuh Tufanı’nı işaret ettiği de aşikâr. 

Yediler Teknesi, buraya kadar yazdıklarımdan da anlaşılacağı üzere Yaradılış’a, Nuh Tufanı’na, kıyamet gününe göndermelerle bezeli. Ama en başta belirttiğim gibi sadece Eski Ahid ve Kur’an-ı Kerim değil Kitab-ı Mukaddes’ten de alıp gövdesinde eritiyor. Eyüp’ün ağzından dinleyelim: 

“Dünya insan için sürgün yeri olduğundan beri günahı ve günahkârı çoktu. Hayatın bütün güzellikleri bu günahkârların yarattığı cehennem yüzünden masumiyetini yitirmiş ve yok olmuştu. Fakat dünya kötülerin yaptığı kötülük yüzünden değil, iyi insanların sessizliği yüzünden bu haldeydi. Başkasının malına göz dikenler, sevdiklerine ihanet edenler, zina edenler, hırsızlık yapanlar, dedikodu yaparak insanların hayatını mahvedenler, cinayet işleyenler, insanları hor görenler, büyüklük taslayanlar ve daha nice kötülükleri yapanlar, iyilerin sessizliği nedeniyle bunca karanlığı yaşatabiliyordu.” s.178

Bununla beraber birçok doğu masalında görülen motifler de ince ince işlenmiş. Özellikle Eyüp hariç diğer altı yolcunun hikâyeleri bu lezzeti veriyorlar. Hiç görmediği Dılşa’ya âşık, santur çalan cüce ve kambur Sedat; sevdiği kadını kaybettiği gibi ondan olan oğlunu kaybeden imam Talip; her şeyi bir hatırlayıp bir unutan Arzuhalci; çocukluğunda görme yetisini kaybeden ve bir başka diyardaki çaresinin peşine düşen âmâ Enes; tenburunun tellerine vuran mızrap kalbine denk gelince aşkının uğruna ülkeyi terk eden Said; istenmediği diyarlarda bilinmeyen dillerde şarkılar söylerken aşkın peşinden giden mülteci Yezdan ve onların yola düşme nedenleri başlı başına birer roman konusu olur.

Ama bununla da kalmıyor roman. Köpek Kerberos ile Yunan mitolojisine de göz kırpıyor. Hades’in yönettiği yer altındaki ölüler diyarının bekçisidir Kerberos. Üç başlı bir köpektir ve her iki âlemdeki geçişleri kontrol etmektedir. Kafka’nın baba sorunsalının ise çoğu karakterin hikâyesinde yer aldığını görüyoruz. Her oğul babadan kaçıyor ve önünde sonunda babaya dönüyor. Babalar ve oğulları arasındaki hesap bazen de ruz-i mahşere kalıyor. Eyüp ve oğlu Emir; Talip ve oğlu Ali; Kambur Sedat ve ondan utanan babası; Enes ve oğlunda yardım edemeyen babası; Arzuhalci ve rüyalarında gördüğü babası başat örnekler arasında. Romanda bunu çok gizlemiyor zaten: 

“Her baba eksik bir oğul bırakıp gidiyordu dünyadan. Kim bilir, belki de bir baba, oğulun başına gelmiş en kötü şeydir. Babasının yıllar önce kana bulanan elleri onu da kirletmişti. Oğlunun onu suçlayan yüzü aniden karşısında belirdi, gerçek ile hayal birbirine.” S.163

Yediler Teknesi, ince işlenmiş kurgusu, masalsı yapısı, gizemini faş etmeden ilerleyen hikâyesi ile sadece buraya kadar yazılanlardan ibaret değil, roman aslında yersiz yurtsuzlaşma, toplumsal bellek, otoriterleşme ve benliğin yitimi, toplumsal/bireysel vicdan ve yas temalarını odağına alıyor. Eğer bir kurgu dışı ad vermek gerekseydi, her ne kadar Sezai Karakoç’u işaret etse de ondan tamamen bağımsız, Unutuşun ve Hatırlayışın Kitabı pek de yakışırdı. Öyleyse buna göz kırpan bir alıntıyla sonlandıralım yazıyı. 

“Hem sizler, hafızanıza rağmen verdiğiniz hükümlerden, aldığınız kararlardan belli bir zaman sonra, o kararları alan siz değilmiş gibi kendinize hiç yabancı düşmediniz mi?” s.193

Yediler Teknesi, Abdullah Aren Çelik. Everest Yayınları, 2021.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir