İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yazar Özlen Alpaslan ile İkinci Romanı “Mahalle”yi Konuştuk

Yazar Özlen Alpaslan’ın ikinci romanı ‘’ Mahalle’’ Karakarga Yayınları’ndan çıktı. Biz de Özlen Hanım ile Mahalle üzerine konuştuk. Keyifli okumalar.

“Mahalle” adlı romanınızın ortaya çıkış sürecini ve ana temasını biraz daha detaylı anlatır mısınız?

Bu romanımda beni yazmaya sevk eden temel mesele, uzun bir süredir ülkemizde yeni ve suni bir tarih yazıldığına, hepimizi derinden sarsan en büyük toplumsal olayların unutturulmaya çalışıldığına, bizden sonra gelecek nesillerin bilmesi ve ders çıkarması gereken pek çok kritik konunun bile isteye üstlerinin kapandığına üzülerek şahit olmaktı.

Çağdaş bir yazar olmayı gaye edinmiş biri olarak, sanatçıların özellikle de yazarların yaşadıkları döneme tanıklık etmek gibi bir sorumlulukları olduğuna inanıyorum. Mahalle’nin kurgusuna çalışırken karalama defterime yakın tarihte, özellikle de son yirmi-yirmi beş yıllık yakın tarihimizde ülke gündemini derinden etkilediği halde bir şekilde unuttuğumuz, unutturulduğumuz, yeterince üstüne gitmediğimizi düşündüğüm konuların listesini çıkardım.

Toplumsal olaylara büyük ilgisi olan biriyim ama itiraf etmek isterim ki ben bile kendi çıkardığım bu listeye bakınca hayret ettim. Başımıza gelen, yaşadığımız toplumsal travmaların yalnızca bir tanesi bile bir Avrupa ülkesinin başına gelse ülkenin altını üstüne getirirdi. Biz güzel ülkemizde o kadar hak etmediğimiz, insan eliyle yaratılan krizlerle mücadele etmişiz ve etmeye devam ediyoruz ki sürekli yeni dalgalarla mücadele edip hayatta kalmaya çalışırken hemen bir önceki dalganın gücünü, nedenini, etkisi ve acı izlerini maalesef hızla unutuyoruz.

Mahalle’nin ana temasında bu doğrultuda o dalgalardan toplumumuzda en derin izler bırakanlarından bazılarını olsun gündeme getirmek, bu olaylara hiç tanık olmamış gençlere başka bir pencereden yaşananları anlatmak ve edebiyatın gücünden yararlanıp tarihe not düşmek, iz bırakmak istedim. Mahalle’de cezaevlerindeki ölüm oruçları, kadın cinayetleri, Soma maden faciası, tarikatlarda yaşanan çocuk istismarları, üniversitelere atanan kayyum rektörler, atanamayan öğretmenler, yurtdışına giden doktorlar, inşaatlarda hayatını kaybeden işçiler, Gezi Parkı tanıkları, Kürt sorununun mağdurları ve çok daha fazlası gibi benim yüreğimi acıtan, vicdanıma yük olan meseleleri İstanbul’un en güzide mahallelerinden biri olan Kuzguncuk mahallesi sakinlerinin günlük sohbetleri ekseninde masanın üstüne getirmeye çalıştım.

Romanınızda Kuzguncuk gibi özel bir semti ve mahalle kültürünü ele aldınız. Bu seçiminizdeki ilham kaynakları nelerdir?

Romanımda unuttuğumuz, unutturulduğumuz toplumsal olaylara değinirken yitirmek üzere olduğumuz ortak değerlerimizi de özlemle dile getirmek istedim. Bizim toplumumuzun en güzel değerlerinden biridir mahalle kültürü. Bizim kuşak sanıyorum mahalle kültürünün tadıyla büyüyen son kuşak. Bugünün çocukları maalesef birer apartman dairesinin dört duvarı arasında sadece kendi anne babaları ve çoğunlukla bir de bakıcı eşliğinde büyüyorlar. “Bir çocuk yetiştirmek için bir köy gerekir” sözünü çok severim. Mahalle bizi büyüten, yetiştiren, sarıp sarmalayan, kendi kişisel öykümüzün köklerinin yer aldığı çok özel bir kültürdür oysa. Bunca toplumsal travmamızı hasır altı ederken, unuturken; mahalle gibi bizi yaşama keyifle bağlayan, bize güç veren, bizi biz yapan köklü değerlerimizi de unuttuğumuzu üzülerek gördüğüm için bu romanla bunu da gündeme getirmek istedim.

Ben Samsunluyum ve Samsun’un çok keyifli bir mahallesinde büyüdüm ama hayatımın yarısından fazlasını İstanbul’da geçirdim. Bu nedenle bu romanım için İstanbul’un mahalleri arasında sevdiğim birkaç adres arasında olan Kuzguncuk’u seçtim. Kuzguncuk’un havasını suyunu ayrı seviyorum ama en çok sevdiğim yanı onca influencer’ın sırf sosyal medyaya fotoğraf koymak için semte akın ettirdiği suni kalabalığa inat ve onlara rağmen, özgün mahalle değerlerini ve samimiyetini ısrarla korumak için direnmesi. Bana ilham veren Kuzguncuk’un kendisi kadar Kuzguncuklu mahalle sakinleri oldu diyebilirim.

Mahalle yaşamını ve kültürünü yansıtan romanınızda, karakterlerinizin ve mekanlarınızın oluşturulma sürecinde hangi detaylara özellikle dikkat ettiniz?

Sadece bu romanımda değil, kaleme aldığım her kurguda karakterleri ve mekanları yazarken özen gösterdiğim tek bir kriterim var, o da gerçekçi olmak. Hiçbir kurgu gerçeğin kendisi kadar samimi olamaz. İçedönük bir yapım var. Sadece yazma sürecinde değil, yaşamın diğer pek çok anında kendimi, insanları ve mekanları gözlemlemeyi, dinlemeyi, anlamaya çalışmayı seviyorum. Mahalle’yi yazarken de Kuzguncuk’u ve Kuzguncukluları bol bol izledim, dinledim. Hem mekânı hem insanları yürekten anlamaya, duymaya, hissetmeye çalıştım.

Okurlarınıza Mahalle adlı romanınızı okurken hangi duyguları hissettirmeyi amaçladınız? Hangi mesajı iletmek istediniz?

Okurlarıma herhangi bir duygu hissettirebilecek güçte bulmuyorum kendimi. Benim toplumsal hafızasızlığımızla ve boş vermişliğimizle, bunların beraberinde getirdiği rehavet, çaresizlik ve umutsuzlukla ilgili bir derdim var. Yakın geçmişte yaşadığımız toplumsal travmaların insan olarak bizi nasıl etkilediğine, bizi nasıl bir ruh haline sürüklediğine bir ayna tutabilmek istedim sadece. Her okur romanı okurken kendi aynasına bakıyor ve o aynada ne gördüğü, o gördüğüyle ne yapacağı tamamen okura kalmış. Toplum olarak halının altına süpürdüklerimizi gün yüzüne çıkarmak, şöyle bir kanepelerini altını, dolapların içlerini havalandırmaya, sözün özü biraz havaya toz kaldırmaya niyet ettim. Göz ardı ettiğimiz, göz yumduğumuz her şeyin bir gün bize göz açtırmayacağına inanıyorum. Gözümüzü hep beraber açalım, unutulmaması gereken meseleleri masaya getirelim, yüklerimizi hafifletelim istedim. Bugünkü kabullenilmiş çaresizliğin ve umutsuzluğun içinde yalnız olmadığımızı, bizim gibi ülkenin derdini kendi derdi bilen daha milyonlarca insan olduğunu hatırlayalım ve kutuplaşmayı bırakıp yeniden mahallenin güzel birlik beraberliğini yakalayarak geleceğe umutla bakalım istedim.

Romanınızda, mahalle sakinlerinin arasında uzun zamandır haber alınamayan cesur gazeteci Aysel’e dair bir gizem var. Bu karakterin oluşturulma süreci ve hikayesi hakkında daha fazla bilgi verir misiniz?

Aysel’in hikayesini inanın ben de bilmiyorum ???? Ama elbette karakterin oluşturulma sürecini paylaşabilirim. Her mahallenin bir delisi vardır. Bizim mahallenin delisi de Aysel. Romanda gündeme getirmek istediğim toplumsal travmaları masaya ancak deli cesareti ve özgür bir kalemi olan biri getirebilirdi. Bunu bir kadının yapmasını arzu ettim. Çünkü kadınlar dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de yaşamın her alanında var olma mücadelesi veriyorlar. Bu maalesef yüzyıllardır böyle. Kadınların azmine, inancına, direniş ve mücadele gücüne ve elbette vicdanlarına çok inanıyorum. Aysel işte böyle tabiri caiz ise “yürek yemiş” bir gazeteci. Aysel bir gün sırra kadem basıp kayıplara karışıyor ve biz mahalledeki “Mahalle” adlı kafesinde adeta mahallenin muhtarı gibi olan Füruzan’ın kafeye gelen mahallenin müdavimleri ile olan sohbetlerinden Aysel’in nerede olduğunu bulmaya çalışıyoruz. Kafeye gelen herkes Füruzan’a Aysel’i en son nerede gördüğüyle ilgili bir anısını anlatıyor. Bu anıların her biri yakın tarihimizdeki büyük toplumsal olaylara dair anılar. Biz de yap-bozun bütün bu parçalarını birleştirerek Aysel’i bulmaya çalışıyoruz. Aysel’i bulmayı okurlara bırakıyorum ????

Mahalle kültürünün günümüzdeki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Romanınızda bu kültürü nasıl yansıttınız ve korumayı amaçladınız mı?

Mahalle kültürü maalesef her geçen gün daha büyük bir özlemle eksikliğini hissettiğimiz bir değer. Özellikle büyük metropollerimizde bunun özlemini daha çok hissediyoruz. Sokaklarından çocuk sesleri gelmeyen evlerde oturuyoruz. Dünyanın en güzel sesidir pencerelerinden içeri çocuk sesleri dolan evler. Yan komşumuzu tanımadığımız kalabalık sitelerde yaşıyoruz. Kuzguncuk ne mutlu ki hala mahalle kültürünü yaşatan bir yer. Romanımda mahallenin samimiyetini, güzelliğini, sıcaklığını elimden geldiğince yansıtmaya çalıştım. Ana kurabiyesi kadar hepimize tanıdık ve hepimizin içini ısıtan bu değerimizin bizden sonra yetişen çocuklara da nasip olmasını gerçekten çok arzu ediyorum.

Romanınızda toplumsal olayları ve tarihsel arka planı ele alırken hangi araştırma yöntemlerini kullandınız? Bu araştırma süreci nasıl geçti?

Toplumsal olaylara oldukça duyarlı bir yapım var. Sadece bu romanımı yazma sürecinde değil, yaşamının her döneminde dünyada neler oluyor, bunlar neden oluyor, olanlar insanları nasıl etkiliyor gibi konulara fazlaca kafa yoran biriyim. Romanda yer verdiğim olayların hepsine oldukça hakimdim zaten ama yine de yazma sürecimde gereken yerlerde kütüphane ve gazete arşivlerine başvurdum. O olayları yaşayan kişilerle birebir görüşmeler yapmaya çalıştım, yapamadığım yerlerde yine gazete arşivlerinden röportajlarını okudum. Benim için bir nevi hafıza tazeleme oldu bu süreç.

Romanınızda yer alan karakterlerin gelişimini ve değişimini nasıl ele aldınız? Karakterlerinizin zihinsel ve duygusal yolculuklarını nasıl tasarladınız?

Yazma sürecinin başında karakterlerimin mizaçlarına çalışıyorum ve romana öyle başlıyorum. Yazmak çok dinamik bir süreç. Öykünün başında her ne kadar karakterlerin mizaçlarını ana hatlarıyla belirlesem de öykü ilerledikçe her karakter kendi yolunda gelişiyor, değişiyor. Öyle bir an geliyor ki artık kontrol benden çıkıp karaktere geçiyor ve karakter kendi öyküsünü kendi yazmaya başlıyor. Yazmakla uğraşmadığım saatlerde aklım hep öyküde kalıyor ve kendimi acaba bu karakter şimdi ne yapıyordur, bundan sonra nasıl bir karar verecek, bu öykünün sonu nereye varacak sorularını merak ederken buluyorum. Benim için yazma yolculuğu işte o noktadan sonra çok daha heyecanlı ve keyifli bir süreç haline geliyor. Karakterlerimin zihinsel ve duygusal yolculuklarının asıl mimarı ben değilim, kendileri. Ben bir noktadan sonra onların sözcüsü oluyorum sadece. O yüzden bu soruyu onlara sormak gerek.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir