Kavramsal sanat 20. yüzyılın ikinci yarısında sanata bakışı ve sanatın işlevini köklü bir değişime götürmüş ve ilkelerini oluştururken izlenimcilik, kübizm, pop-sanat, foto-gerçekçilik, minimal sanat gibi akımlardan yararlanmıştır. Ama kavramsal sanata en büyük etkiyi Dada akımının gösterdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Bir önceki yazımızda Dada akımından bahsetmiştik. Tekrar kısaca bahsetmek gerekirse, dadaistler büyüyen soyut biçimci geleneğin oluşturduğu “sanat için sanat” ilkesine karşın, “düşünce için sanat” ilkesini ortaya koymaktadır. Dada akımı sanatçılarının hazır-yapımlarıyla ortaya çıkan, sanatın mutlak özerkliğini sorgulama yönü kavramsal sanatta da kendini göstermektedir. Kavramsal sanat akımı savunucuları, sanatın bir obje ve mekanla sınırlanamayacağını ileri sürerek, “Hangi malzeme, nerede ve nasıl kullanılırsa kullanılsın, bir fikir ortaya koymaktadır.” düşüncesiyle hareket etmektelerdir. Yani kavramsal sanat akımı etrafında eser veren sanatçılara göre yapıtlar esasen parçadan değil, fikirden oluşmaktadır. Bu noktada maddi nesnelerin artık kavramların aktarıcıları olmaktan çıktığını söyleyebiliriz.
Sanatın ticarileşmesine ve metalaşmasına karşı bir duruşta sergileyen akım sanatçıları, aynı zamanda sanatın; resim, heykel gibi öznel bir türle sınırlandırılmasına ve sanat ürünlerinin müze, galeri gibi öznel bir yerde sergilenmesine karşı tepki ortaya koymuşlardır. Göstergebilim, feminizm ve popüler kültürden yararlanan kavramsal sanatçılar, geleneksel sanat ürünlerine ve nesnelerine benzemeyen eserler üretmişlerdir. Bu tutumun altında yatan temel neden, başta da belirttiğimiz gibi fikrin önceliğini kutsamadır.
Kavramsal Sanat Örnekleri
İtalyan sanatçı Piero Manzoni (1933-63) özellikle provokatif bir yaklaşımla kitle üretim ve tüketim eleştirisi yaparken, aynı zamanda sanat eserinin doğasını da sorgulamaktadır. 1961 yılında yaptığı, “Sanatçının Dışkısı” isimli çalışması, sanatçının kendi dışkısının bulunduğu doksan küçük konserveyi kapsamaktadır. Eser o dönemin altın kuru üzerinden ücretlendirilerek seksen bin dolara satılmıştı. Neo-dadacı bir espriyle savaş sonrasındaki güçlü ekonomisiyle zenginleşen ve giderek bir tüketim toplumuna dönüşen İtalya’nın kapitalistleşen algı dünyasına saldırıyordu…
Piero Manzoni, Sanatçının Dışkısı, 1961, metal, kağıt, dışkı, 4.8x 6.5 cm, Modern Sanat Müzesi, NY, ABD
1960’ların ikinci yarısında, kavramsal sanat eserlerinde hem siyasi hem de kültürel eleştiriler konu olarak ele alınmaya başlanmaktadır. Kavramsal sanatçılardan Joseph Beuys (1921-86) ise, otoriteyi görünür kılmak ve otoriteyle mücadele etmek için “Ölü Tavşana Resimleri Açıklamak” adlı performansını gerçekleştirmiştir. Performansında yüzünü altın ve balla kaplayarak, kucağına aldığı ölü tavşanla galerinin içerisinde üç saat boyunca dolaşmaktadır. Performansı boyunca sanki ölü tavşana eserleri anlatıyormuş gibi dudağını oynatması sanatın ruhsal boyutta da algılanması gerektiğini izleyiciye yansıtmaktadır.
Kavramsal sanatın bir başka savunucusu Amerikalı ressam Robert Rauschenberg’tir (1925-2008). Deneysel çalışmalar yapan Rauschenberg, 1951 yılında yaptığı “Beyaz Boyamalar” serisinde, yan yana veya farklı yerlere asılmış ve sadece beyaza boyanmış yedi tuvalden oluşmaktadır. Sanatçıya göre bu yapıtlar, sergide dolaşan insanların tuvallere düşen gölgeleriyle, aslında yaşadığımız hayatı yansıtmaktadır. Böylece bu yapıtlar basit birer sanat ürünü olmaktan çıkmakta ve hayatı yansıtan hareketli çalışmalara dönüşmektedir. Eser hiçbir zaman aynı kalmamakta, tuvalin üzerine düşen gölgeler her zaman farklılaşmaktadır. Gölgelerin değişimi, eserde değişime neden olmaktadır.
Diğer yandan kavramsal sanat, nesneye ve dilbilimine bağlı iki kolda ele alınmaktadır. Dile dayalı saf kavramsal sanatın savunucularından Joseph Kosuth’un amacı sanatını İngiliz çözümsel/dilsel felsefeye bağlamaktır. Aynı zamanda estetik hazzı dışlayan kavramsal sanatçılardan Joseph Kosuth “dil yoksa sanatta yok” demektedir. Küratörlüğünü yaptığı Modern Sanat Müzesi’nde gerçekleşen “Information (Bilgi)” adlı sergide, bu göndermelerle ürettiği “Bir ve Üç Sandalye” isimli çalışmasını sergilemiştir. Çalışmasında nesnenin kendini, aynı boyuttaki fotoğrafını ve nesnenin tanımını vererek, görsel algıdan dile, dilden kavrama uzanan süreci işlemektedir. Yani çalışmasında “Gerçek, taklit, kopya ve temsil” sorgulamasını yapmaktadır. Böylelikle kavramsal sanat ile birlikte gerçeklik algısının da sorgulandığını söylemek mümkündür. Margitte’nin “İmgelerin İhaneti” eseri ile açtığı yolu, Kosuth “Bir ve Üç Sandalye” çalışmasıyla devam etmektedir. İki esere de bakıldığında temsil kavramının farklı yaklaşımlarla ele alındığı görülmektedir. İki sanatçı da, pipo resminin veya sandalye çalışmasının gerçek değil, gerçeğin bir temsili olduğunu izleyiciye sunmaktadır.
Bir diğer kavramsal sanatçılardan Filistin doğumlu Mona Hatoum (1952-…), performans sanatından enstalasyona, video sanatı, fotoğraf ve heykel gibi pek çok alanda eserler üretmektedir. Eserlerinin genelde seyirciyi huzursuz ettiğini söylemek mümkündür. Eserlerinde tanıdık olanın groteskleştiğini, grotesk olanın ise tanıdık olmaya başladığını söylemek mümkündür. Hatoum’un eserleri genellikle insan bedenini konu almakta ve izleyicinin duygularını ortaya çıkarmaktadır. Bazen şiddet duygusunu da uyandıran eserler üretmektedir.
“Yabancı Organlar” Mona Hatoum’un en bilinen eserleri arasında olmaktadır. Kendi organlarının endoskopik görüntüleri ve seslerini izleyiciye sunmaktadır. Silindirik bir hücrenin zemininde, sanat tarihindeki en sıra dışı kişisel portrelerden birini yansıtmaktadır. Silindirin neredeyse klostrofobik darlığına adım attığında, izleyici ilk önce yüksek belirsiz sesler duymaktadır ve insan vücudunun içerisine giren bir kamera tarafından her şey büyütülerek, izleyiciye aşina organlar sunulmaktadır. Solunum, kalp atışı ve iç organların tıkanması, vücudun içinde olma hissinin huzursuzluğunu arttırmaktadır. İnsanın içerisinde yaşattığı sistemi görünür hale getirerek aslında sanatçı sindirim sisteminin nasıl çalıştığını bize sunmaktadır.
Christian Boltanski’nin (1944-…), 2010 tarihinde hazır nesneleri kullanarak yaptığı “İnsanlar” adlı çalışması, toplumsal bir mesajı dolaylı yoldan izleyiciye sunmaktadır. Fransa’nın Paris şehrinde Grand Palais’de sergilenen “İnsanlar”, sanatçının “Mezarlar” serisinin üçüncü çalışması olmaktadır. Bu çalışma geniş bir alana üçerli sıra halinde yerleştirilmiş ve eski kıyafetlerden oluşan 69 dikdörtgen bölüm ve bunların önünde yine eski kıyafetlerden oluşan devasa bir yığından oluşmaktadır. Elbise yığınının üzerinde tavana asılı bulunan kanca ise alçalarak bu yığından aldığı elbiseleri belli bir yüksekliğe çıkardıktan sonra geri bırakmaktadır. Bu çalışmaya tanık olan izleyiciler, aynı anda elbise yığınlarından gelen 69 farklı kalp atışı sesini duymaktadır. Yaşlı, genç, bebek birçok yaş grubundan insana sahip elbiselerin yer aldığı çalışma, bu kıyafetlerin sahibi olan insanları hatırlatmaktadır. Korkunç bir şekilde hayatları son bulan insanlardan geriye sadece bu elbiseler kalmaktadır. Elbiselerden oluşan yığınlar Nazilerin, Yahudilerin elbiselerini çıkarttırarak kadın, erkek, yaşlı, genç demeden gaz odalarında topluca katletmeleri sonucu geriye kalan yığınlarca insan cesedini anımsatmaktadır. Elbise yığınları yaşanan soykırımların metaforik bir ifadesi durumundadır. Sanatçı, 1980’lerin ortalarından bu yana kukla benzeri küçük figürler yaparak bunların fotoğrafını çekmektedir. Bu fotoğraflar ileriki süreçlerde güçlü ışıkta hareket eden kinetik enstalasyonlara dönüşmektedir. Bu çalışmaya örnek 1990 tarihli “Gölgeler Tiyatrosu” isimli eseri, küçük kuklaların yansımalarından oluşan teatral bir çalışma olmaktadır. Hareketli halleriyle değişkenlik gösteren bu gölgeler ölüm dansı yapmakta, yaşamın kıyısındaki ölümü betimlemektedir. Sanatçının fotoğraflarla gölge arasında kurduğu ilişkiye şu cümleleri açıklık getirmektedir:
“Gölgelerle pek çok şey arasında ilinti kurarım. Çünkü her şeyden önce bunlar bize ölümü hatırlatır. (“Gölgeler ülkesi” diye bir deyimimiz yok mudur?) Ve daha sonra, tabii ki fotoğrafla olan bağlantı gelir. Fotoğraf sözcüğü Yunanca’da ışıkla yazmak anlamına gelir. Demek ki gölge bilinen ilk fotoğraftır.”
Boltanski ışık ve gölgenin karşıtlığına rağmen fotoğraf yüzeyinde bu zıtlığın birbirini var edişine dikkat çekmektedir.
Yani post modern süreçte kavramlara karşı gelişen ilgi, beraberinde biçim arayışı yerine biçimsizlik arayışını doğurmaktadır. Kavramsal sanatta temel nokta kavram ve düşünce olmasından dolayı, sanatsal üretim şekli daha çok biçimsel metinler üzerinden kendini göstermekte, her biçim ve malzeme sanatın aracı olmaktadır. 1960’lardan itibaren özellikle performans, hazır-yapım sanatı gelişmektedir. 1960 ve 1970’lere ait bir akım gibi görünse de etkisi kendisinden sonraki birçok sanat biçimi üzerinde devam etmektedir. Fluxusla başlayan kavramsal sanat daha sonra performans sanatı, arazi sanatı, yoksul sanatı vs. gibi isimler altında yapılan çalışmalarda yansıma bulmaktadır. Bazı kavramsal sanat eserleri atık, buluntu nesneler, karalamalar, yazılı ifadeler veya kılavuzlardan oluştuğu gibi fotoğraf, film ve video da kullanılan gereçler arasındadır.
İlk yorum yapan siz olun